12. Kalkınma Planı’nın sık konuşulsa da yeterince görünmeyen bir başlığı da ormanları, tarım ve sulak alanları gasbeden madencilik yatırımlarının “kamu yararına faaliyet” olarak tanımlanacak olması. İktidar zaten uzunca bir süredir maden sermayesine binlerce ruhsat vermek olsun, ruhsatsız çalışma yürütmelerine göz yummak olsun, izinleri uzatmak olsun kimi imtiyazlar ve teşvikler sunuyordu. Şimdi kamu yararı ilkesini derinden tahrip etme pahasına bir kez daha madencilik diyor. Köyler mi yıkılıyormuş, köylü mü istemiyormuş, verimli arazilerin kökü mü kazınıyormuş, sular temiz mi akmıyormuş zehir mi solunuyormuş… Kimin umrunda. İktidarın politikaları köylü kamuoyuna, toplumun genel çıkarlarına değil ya neticede, kazanan belli.

Geçtiğimiz on yıllarda en çok tahrip ettiği şeylerden birisi de kamu yararı ilkesi oldu. On yıllardır yüzlerce noktada tasarı hakkı devlette olan köyler, hazine arazileri, meralar, ormanlar, kamusal alanlar gibi müştereklere sermaye çıkarları gözetilerek verilen kararlarla el konulurken kamu yararı ilkesi tahrip ediliyor. Kamu yararı, neoliberal birikim modelinin vahşice uygulanması için, acele kamulaştırma kararlarını hızlandırmak ve şirketleri daha da zenginleştirmek için aşılması gereken bir ilke olarak görüldü.

∗∗∗

Kamu yararı ilkesinin tahribatı tüm bunları sağlarken bir yanıyla da demokrasi krizini derinleştirmeye yaradı. Toplumsal ihtiyaç ve öncelikler rafa kalktı. Toplumun genel çıkarları, sermayenin özel çıkarlarından daha yararsız addedildi. Sadece toplumun genel çıkarları değil, ekosistemin sürdürülebilirliği de daha yararsız addedildi… Keza yerel gıda sistemlerinin bel kemiği verimli tarım arazileri ve bunlarla ilintili biçimde yeryüzünün geleceği de daha değersiz kılındı, kılınıyor.

Dahası, tüm bu müşterekler üzerinde tasarrufta bulunmaya yönelik kamusal haklarımız da gasbedildi. Sadece ÇED süreçleri bile buna dair yüzlerce ihlali gösterir nitelikte. Birçok durumda ÇED gerekli görünmezken, halkın bilgi alması ve ifade zemini de ortadan kaldırıldı veya kriminalize edildi. Kamu yararı ilkesi, neoliberal dönüşümün, idari hukuk ve uygulamalara yansıması olarak bütünüyle piyasa koşullarınca belirlenir hale geldi.

Böylesi bir “kamu yararı”nın sonuçlarını tütünde yapılan yapısal değişikliklerle, maden şirketlerine verilen teşviklere, tarlasını bırakıp madene inmek zorunda bırakılan köylülerin durumunda gördük. Şirketlere kar sağlamak için yapılan HES’lerle kurutulan Karadeniz’de, borçlarla gündeme gelen kamu özel işbirliklerinde, lüks konutlara dönüştürülen ormanlık alanlarda, şirketlere verilen asansör denetimlerinde ve daha nice durumda gördük.

∗∗∗

Örnekler yeterince anlatmıyor gibi önceki hafta YK Enerji’ye Akbelen Ormanı’ndaki maden için verilen izin ve ruhsatın iptaline ilişkin davalar ‘kamu yararı’ gerekçesiyle reddediliyor… Geçtiğimiz hafta da Konya Bölge İdare Mahkemesi’nin Antalya’nın Korkuteli ilçesine bağlı Dereköy Başpınar Yaylası’ndaki tarım arazisinde kömür madeni ocağı kurulması için kamu yararı açısından tarım ve madencilik arasında kıyaslama yapmasını istediğini öğrendik.

Bölge halkının “Tarım merkezi Dereköy’de madene hayır” diyerek yıllardır uğruna mücadele ettiği arazileri; havamız, suyumuz, gıdamız bir kez daha risk altında. Bu arada arazinin tarım yerine madencilik faaliyetinde kullanılmasının kamu yararına daha uygun olabileceğini sorgulayanlar arasında Tarım ve Orman Bakanlığı da yer alıyor. Bu sırada 12. Kalkınma Planı’nın tarım hedeflerine bakınca örneğin tarımla sıfır ilgisi olan ekoturizm alan sayısı gibi hedeflerin de ikiye katlandığı, buna karşın üretici desteklerinde ise kayda değer bir artış planlanmadığına şaşıramıyor insan.

Üstelik gıdada gittikçe daha çok dışa bağımlı hale geldiğimiz, gittikçe daha çok şirketlere bağımlı hale geldiğimiz ortadayken. Şimdi tarımsal alanları, havayı, suyu, toprağı kirletme pahasına; bağımlılığı daha da artırma pahasına madene açmanın kime yararı olduğu sorusunun yanıtında toplum olmadığı apaçık ortada. Bu nedenle toplumun genel çıkarları anlamında kamu yararını ihlal eden neredeyse her karar bir karşı mücadele ile yanıtlanıyor zaten. Kazanımla sonuçlansın ya da sonuçlanmasın toplumun önemli bir kısmı sermayeye karşı direnişlerinde bu ilkeye sıkı sıkı sarılmaktan vazgeçmedi. Bu sayede hâlâ bir kamu yararı ilkesinden bahsedebiliyoruz.