Mahalledeki ergenler olarak içki içme yaşına ulaştığımızda, ailelerimizin tavırlarına göre farklılaşan iki gruba bölündük. Benim dahil olduğum gruptakileriçki içtikleri için aileleri tarafından suçlanmadılar. Öteki gruptakiler ise bazen şiddete varan tepkilerle karşılaştılar.

Zaman geçtikçe içki içmek, bizim gruptakiler için hayattaki renklerden biri haline geldi. İçki içtiğimiz için boyumuz uzamıyor veya daha havalı olmuyorduk.

Öteki gruptaki arkadaşların içkiyle ilişkisi bambaşka gelişti: Çoğu zaman gizli gizli içiyorlardı. İçkinin “illegal” ilan edilmesi, onları içkiye tutkulu, hatta saplantılı biçimde bağlıyordu. İçkiyi bir günah gibi tüketiyor ve bir kez günaha battıkları için, içtikçe hırçınlaşıyor, cemiyetten dışlanıyorlardı. Bu durumda içki sahiden de “kötülüklerin anası”na dönüşüyor ve “suçlu” içkiciler, öfkeli, kavgacı bireyler haline geliyorlardı.

Sözlükteki en berbat sözcüğü seç deseler, hiç düşünmeden “normal”i seçerim. Kimse kendini “norm” ilan edip, başkasını “norm dışı” göremez. Başörtülü kıza anormal demekle, eşcinsele anormal demek arasında fark yok. Her iki durumda da karşıdakine anormal diyen kişi kendi normalliğinden emin, bu nedenle de elitisit ve tüm elitistler gibi bayağı.

“Makul” çoğu zaman “normal” ile eşanlamı gibi kullanılsa da, tamamen farklı bir sözcük. Makulün sözlükteki anlamı “akla yatkın olan”. Ben bunu “gönüle de yatkın olan” diye genişletmek istiyorum. Vardığımız sonuçların büyük bölümü şematik akıl teoremleriyle kolayca izah edemeyeceğimiz hislere dayalı çünkü.

***

İçki içen oğluna en sert tepkiyi veren ebeveyn, muhalif vatandaşı terörist ilan eden devlete benzer. Devlet muhalifleri en gaddar biçimde bastırmaya çalıştıkça, muhalefeti engelleyemez, aksine güçlendirir.

Görünürde hiçbir muhalefet kalmasa bile bu yanıltıcıdır. Muhalefet artık tıpkı içki içtikten sonra karanfil yiyen oğlan gibidir, kendini gizlemeye başlar. Yan odada uyuyan oğlunun içki belasından kurtulmasına sevinen baba, yaptığı baskıların delikanlının kanına yansımasını göremez.

Baba böyleyken, oğul nasıldır? Devlet tarafından anormal ilan edilen muhalif, babası tarafından anormal ilan edilen oğulla benzer davranışlar edinir. Alkol baskılandıkça nasıl hayatın merkezine oturuyorsa, muhalif olmak da aynı şekilde bireyin hayat biçimi haline gelir. Bir süre sona muhalif, kronik alkol bağımlısı gibi kronik muhalefet bağımlısı olur.

İşin acıklı yanı bundan sonra başlar. Muhaliflik durumu tıpkı alkolizm gibi, muhalefet edilmesi gereken adresi kolayca şaşırır. Alkolik delikanlının, sokaktaki adamla, arkadaşıyla, hatta sevgilisiyle kavga eden çekilmez biri haline gelmesine benzer biçimde muhalif kişi de, gitgide her şeye ve herkese muhalif olmaya başlar. Oğul böyle hatalar yaptıkça, babanın tezleri de ironik biçimde doğrulanmış olur: “Ben ona içme demiştim.”

Muhalefet sosyalizmin kaçınılmaz bir parçası olabilir ama her şeyi olamaz. Devrimcinin görevi laf sokmak değil, devrim yapmaktır. Sloganlara tapma, maço tavırlar, bıçkınlık, keskinlik, hırçınlık cemiyetten itilmiş alkoliklere özgüdür. Böyleleri yanındakine sataşmaktan, tepesindekini indirmeye vakit bulamazlar. Oysa Gorki’nin, Steinbeck’in, London’ın romanlarında veya Nazım’ın şiirlerinde hayatın içinde ve hayatı üreten sosyalistler selam verir bizlere.

***

Biz anormal değiliz. Biz makul olanız.

Ağaçları, dereleri, hayvanları korumak makul. Öpüşmek, sevişmek makul. Bağımlı olmadan içki içmek makul. Kimseye zarar vermedikçe özgürce yaşamak makul. İnsanların eşit haklar istemesi makul.

Bizim her isteğimiz şaşırtıcı bir şekilde makulken, iktidarın her kanunu aynı şaşırtıcılıkta makullükten uzak: Topraklara sınırlar koymak makul değil, bireyleri düşünce veya yönelimlerine göre aşağılamak makul değil, kiracı bedenlerin mülk sahibi olması makul değil, düşünce denetimi makul değil, kitleleri faiz borcuyla köleleştirmek makul değil, savaş makul değil, ırkçılık, faşizm, kapitalizm makul değil...

Dünyanın tüm bankaları, okulları, kiliseleri ve devlet adamları aksini söylese de makul olan bizleriz, “marjinal” olan onlar. İnsanlığın yüzde doksan dokuzu, yüzde birin uydurduğu bir sistemin kölesi olmak zorunda değil, bu sistem hayatın gerçeği değil. Hepimizi korkutan ve aksini düşünmemizi yasaklayan haşmetli korku iktidarı, yüreğimize düşen tek bir soru işaretiyle yok olacak kadar zavallı aslında.

Makulün biz olduğumuza inandığımızda, hayatı tüketmeye değil üretmeye başlarız. Biz içkimizle barıştığımız an, babamızın tezleri çöker. Devrim tam bu andır işte. Biz suçlu olmadığımıza, makul olduğuma inandığımızda, korkularımızdan güç alan iktidar darmadağın olur. İktidarın başındaki kişi hızla yalnızlaşmaya başlar, en yakın arkadaşları bile ondan uzaklaşır. Bu durum onu çileden çıkartır ve fasit daire diktatör tek başına kalana dek dönmeye devam eder.

Gezi’nin en güzel sloganı: “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam”dı. Daha yapacak çok şey var. Sözümüzü tüm kardeşlerimize anlatmak gerek. Her yere yayılmak, herkesi dinlemek gerek. Düğünlere cenazelere gitmek, sohbetlere adabıyla dahil olmak, hal hatır sormak, hiç olmazsa adları anımsamak…

Hainler, açgözlüler, dalkavuklar, sadistler var ama sanılandan çok daha azlar.

Konuşursak gönüller bağlanır, duvarlar yıkılır. Kalabalığa karışanlar konuşa konuşa ayıklanır.

Makul olan da bu değil mi?