“Bir kültür bir veri birikiminden ibaret olmayıp aynı zamanda bunların süzgeçten geçirilmesi anlamına da gelir.” Umberto Eco bu tespiti “Pape Satán Aleppe Budalalıktan Deliliğe” (Kırmızı Kedi Yayınevi-2016) adıyla kitaplaşan köşe yazılarının birinde (2010) yapıyor. Borges’in “Funes ve Sonsuz Bellek” hikâyesindeki Funes karakterine referansla da taçlandırıyor. Hikâyedeki Funes, yaşamı boyunca gördüğü her bir ağaçtaki her yaprağı, […]

“Bir kültür bir veri birikiminden ibaret olmayıp aynı zamanda bunların süzgeçten geçirilmesi anlamına da gelir.” Umberto Eco bu tespiti “Pape Satán Aleppe Budalalıktan Deliliğe” (Kırmızı Kedi Yayınevi-2016) adıyla kitaplaşan köşe yazılarının birinde (2010) yapıyor. Borges’in “Funes ve Sonsuz Bellek” hikâyesindeki Funes karakterine referansla da taçlandırıyor. Hikâyedeki Funes, yaşamı boyunca gördüğü her bir ağaçtaki her yaprağı, duyduğu her sözcüğü, tattığı her lezzeti hatırlayan kısacası hiç ama hiçbir şeyi unutmayan bir karakterdir. İşte tam da bu nedenden ötürü Funes silme bir salak haline gelmiş, seçme ve gereksizi silme beceriksizliği nedeniyle tamamen bloke olmuştur. Umberto Eco, Funes’in bu halini günümüzün internetine benzetiyor. Yani düzensiz, filtresiz ve dağınık içeriklerle bloke olmuş bir şey olarak ele alıyor. Haksız mı? Hiç değil.

Öylese bu haftaki Köşe Vuruşu’nun konusu, bu sosyal medya akışının gerçek maliyetini hesaplamak ve buradan gazetecilik adına bir şeyler çıkarmak olsun.

BELLEĞİN MALİYETİ

Bilindiği üzere yılbaşı itibariyle market alışverişlerinde verilen poşetler paralı oldu. Ödenen para poşetin gerçek değerinin çok üstünde. Çünkü atık poşetlerin doğaya verdiği zararı azaltmak için alınmış bir caydırıcılık önlemi bu. Bence olumlu bir adım ama bu yazının derdi başka. Bu yazının derdi, tıpkı poşet gibi önce bedava görünüp maliyeti yüksek olan bir değerimiz: Belleğimiz. Çünkü gün içinde belleğimize giren veri akışının da bir maliyeti var. Bu kesintisiz akış, Borges’in Funes karakteri gibi hepimizin belleği için korkunç bir maliyet yaratıyor. Filtreleme ve gereksizi silme konusunda kuşkusuz Funes gibi beceriksiz değiliz. Ancak bunun yarattığı yılgınlık ve abandone olma halinden de kaçamıyoruz.

BELLEĞİMİZ PARALI OLSA

Şu bir gerçek ki marketteki poşete para ödediğimiz gibi belleğimize giren veri başına da para ödesek daha bilinçli olurduk. Böyle bir şey mümkün olmayacağına göre başka bir şeye ihtiyacımız var. O da filtreleme için yardım almak. Bu konuda sosyal medya algoritmalarına da güvenemeyiz. Çünkü algoritmaların nihai amacı, bizi daha fazla sosyal medya platformunda tutmak ve reklam gösterebilmek için önceliklendirme yapmak. Öyleyse bu filtrelemeyi nasıl yapacağız, kime güveneceğiz?

GAZETECİLİK YIĞMA DEĞİL, ELEME İŞİ OLACAK

Gazetelerin online versiyonlarına veya online haber platformlarına baktığımızda çoğunlukla gördüğümüz şey, her şeyi verme telaşı. ‘Son Dakika’lar, flaş haberler havada uçuşuyor. Örneğin; Trump’ın saçı bozulsa haber oluyor. Mecburlar da yapmaya, tık başına dönen bir ekonomi var ama bu bir paradoks. Çünkü haberi değersizleştiriyor ve kimsede para ödeyecek bir bağlılık yaratmıyor. Şimdilerde “yavaş gazetecilik” adı verilen modellerle çözüm aranıyor bu soruna. Ancak bu sağlıklı filtreleme yani ileti azaltma işinin bence “gazetecilik”ten daha öte bir anlamı var. Yakında hepimizin ihtiyaç hissedeceği veya yorgunluktan mecbur kalacağı bir hizmet olacak bu. Geleceğin gazeteciliği ve gelir modelleri üzerine düşünürken de kesinlikle ele alınması gereken bir nokta. Bunun için önemli bir kısım okur / izleyiciden vazgeçme riskini almak ve daha spesifik bir kitleye yönelmek gerekiyor.

Umberto Eco, bu soruna çözüm olarak aynı kitaptaki başka bir yazıda da “okullarda öğretilmesi gereken temel konunun internetteki haberleri elemekte kullanılacak teknik olması gerektiğini savunuyor.” Maalesef eğitim sistemimiz bu konuda çok geride. İhtiyaç halinde bir arama motorundan saniyesinde bulunacak şeyler haftalarca ders diye öğretilirken, sıfır bilinç ve eğitimle internete maruz kalınıyor. Bu yazı ve bunun gibi nicesi de belki de o maruz kalma sırasında önümüze düşmüş bir şey işte. Maalesef bir market poşeti kadar değeri yok, tıpkı gün içinde daha nelere maruz bıraktığımız belleğimiz gibi…