Türkiye’de siyasetin iklimi giderek mümkün olan son noktaya kadar seçimlerin merkeze alındığı bir noktaya doğru ilerledi. Bu durum büyük oranda Meclis muhalefetinin de tercihiydi. Seçime giderken “aman toplum çok fazla ses çıkarmasın mümkün olduğu kadar tepkisel davranmasın,  seçim sonuçları negatif etkileyecek sonuçlar üretmesin” yaklaşımı egemen oldu. Bu duygu hali birçok alana da egemen oldu. Emek, meslek örgütlerinin hızlı bir şekilde örgütlü davranma reflekslerinin gerilediğine tanık olduk. Toplumun belleği, mücadele birikimi kaybolmaya başladı. Türkiye’nin emek örgütleri bile bundan nasibini aldı.

Bugüne benzer ciddi ve büyük dalgalanmaların sarsıntıların krize karşı toplumsal olarak yükselen tepkilerin olduğu en önemli dönem hiç kuşku yok ki AKP’yi de bir anlamda iktidara taşıyan 2001 süreciydi. O dönemde toplumun bu ve benzeri gelişmelere karşı refleks göstere bilecek kanalları vardı. Örneğin Emek Platformu vardı. İçinde pek çok sendikanın emek meslek örgütünün bulunduğu organizasyonlar vardı.

Bugün geldiğimiz noktada o yılların çok gerisindeyiz. Ülke insanı sadece seçim endeksli bir beklenti ve siyasetin sadece sandığa kilitlendiği bir süreçten geçti. Bugün büyük bir hayal kırıklığıyla karşı karşıya. Kestirmeden “Zaten halk bunu tercih etti” diye işin içinden çıkabileceğimiz bir tablo yok. Kentlerde yaşayan milyonlarca emekçi adaletsiz seçim koşulları dahil her şeye rağmen sandığa gidip oyunu kullandı. Ama örgütsüz bir yığın olarak duran ve sadece seçime endeksli yaşayan muhalefet sonuçta bu yenilginin altında kaldı. Etkileri devam eden hayal kırıklığı ile sonuçlandı.

Ama bu duruma mutlak ve değişmez gözüyle bakamayız. Toplumun bu yaşananlara tepkisiz kalınacağını düşünemeyiz.

Yaşanalar toplumun belli kesimlerinde mutlaka huzursuzluk artıracak ve onlar da kendilerini ifade etmeye başlayacaklar. Burada mesele bu itirazların örgütlü bir gücün parçası olup olmaması. Zam dahil birçok konu toplumun gündemine gelir ve bu gündemler etrafında birleşik bir süreç yaşanabilir. Bir araya gelmek ortak tavır almak için ille de seçim yapmak, sandık koymak gerekmiyor.

Sorun şu ki itirazı dile getiren, talep eden, bu talebi örgütlü bir şekilde gösteren, duruma karşı bunun rahatsızlığını huzursuzluğunu ifade edebilecek demokratik kanallara ihtiyaç var. Bugün itibariyle Türkiye’de bu kanallar tıkanmış durumda. Peki bu kanallar nasıl açılacak. Esas mesele bu.

SOSYALİSTLERE GÖREV DÜŞÜYOR

CHP zamlara karşı parti binalarında bir açıklama yaptı. Meclis açıklamalarından bir “ileri” adım diyelim. KESK’in DİSK’in duruma ilişkin rahatsızlıklarını sınırlı da olsa ifade ettikleri görüyoruz. Ama bunların etkileri son derce sınırlı olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Sadece örgütsel yapıların gösterdiği tepkilerle aşılabilecek bir sorun değil. Toplumun o duyarlılığını ifade edebileceği bir kanalın oluşması ile olabilir bir durum. Demokratik tepkisini ortaya koyabileceği bir alana ihtiyacı var. İnsanların büyük oranda sindiği korktuğu bir dönemden geçiyoruz. En ufak bir şeye verilecek tepki sonrası “acaba başıma bir iş gelir mi” noktasına gelmiş durumda.

Tüm bunlar bir tarafa tarihin bize anlattığı bir başka şey var ki o da bizim umutlanmamızı sağlıyor. Oluşan bu büyük birikim bir yerde akar ve başka bir şeye dönüşür. Ne iktidar ne de başka kimse bunun önünde durabilir. Bu tepki mutlaka açığa çıkacak. Önemli olan açığa çıktığında ne tarafa kanalize olacağınızdır. Ona ne kadar hazırlıklı olduğunuzdur. Korkut Boratav Hocamızın gazetemizdeki söyleşisinde belirttiği gibi bu görev ve sorumluk yine sosyalistlerin omuzunda olacak.