Mekânın hafızası, çağdaş sosyolojinin en ilgi çekici çalışma alanlarından birisidir ve alana dair ulusal/uluslararası düzeyde hatırı sayılır bir literatür bulunuyor. Alanın politik yapı ve hayata; dolayısıyla toplumsal yüzleşmeye dönük boyutu ise kendi başına dikkate değer bir önem taşıyor. Zira bu hafıza toplumsal/politik pek çok olgunun geçmişine dair izlerin toplandığı bir kap gibidir. Bu anlamda mekânın hafızası, herhangi bir coğrafyanın politik/toplumsal öyküsünü okumak için önemli bir imkân sunar. 

Alevi inanç mekânlarının hafızası da bu çerçevede okunduğunda, bu kimliğe yönelik politik algıyı anlamaya ciddi bir katkı sunabilir. Osmanlının son döneminde olduğu gibi Cumhuriyetin kuruluşunu takip eden yıllarda da Alevileri görünmez kılan bir politik tercih söz konusuydu. Aleviler gerçekte Osmanlı’nın periferik bir grubuydu ve Cumhuriyetin 1925’de çıkardığı Tekke ve Zaviyelerin kapatılması kanunu ile görünür olmaktan tümüyle çıkarılmışlardı. Yeni rejimin Alevilere yönelik dili de Osmanlıda inşa edilen eğilimin devamıydı. 1930’lu yıllar boyunca açık veya örtük Aleviliğin ‘sapık’ bir din olduğuna dair çok sayıda haber ve yorum yayınlanmıştı. 

***

Yüzyıllar boyu Alevi inanç geleneğinin mekânları da bu politik tutumdan nasibini almıştı. Bunların başında ise şu günlerde resmi ilginin odağı olan Hacı Bektaş Dergâhı geliyordu. Alevi-Bektaşi geleneğinin bu müstesna mekânı, 1827’de Osmanlı devleti tarafından Nakşibendi şeyhlerine teslim edilmiş; dergâhın aileleri ve Alevi toplumu, inanç mekânlarının bu halini uzun yıllar hüzünle izlemek zorunda bırakılmışlardı. 

Kurtuluş savaşı yıllarında Mustafa Kemal, Alevilerin desteğini almak için dergâha gelmiş; geleneğin yetkililerinden maddi ve manevi büyük bir yardım almıştı. Yeni rejimin inşasında yer alan aktörlerin dergaha ilgileri o kadar yüksekti ki kayıtlara göre Ali Fuat Paşa, Denizli Mebusu Hacı Hüseyin Mazlum Baba, İstiklal Mahkemesi Heyeti Üyesi Mehmed Necib Güven, Malatya Mebusu Hacı Garip (Taner) Ağa, Kırşehir Mebusu Hocazade Ahmet Müfit Kurutoğlu, Diyarbakır Mebusu Harezmizade Hasan Lami, İstiklal Mahkemesi Heyeti Üyesi Mazhar Müfit Kansu, Dersim Mebusu Diyap Ağa, Kırşehir Mebusu Mehmet Sadık Savtekin, ve İcra Vekilleri Reisi Hüseyin Rauf Orbay gibi pek çok kişi dergahı ziyaret edenler arasındaydı. 

Ne var ki dergâh tam da yeni rejimin inşasına olanca gücüyle destek verirken, rejiminin faal aktörlerinden biri olan Abdülhalik Renda’nın yazdığı bir rapor, Alevi inanç mekânlarına dair II. Mahmut’un dilini bile aratacak türden sert ve dışlayıcıydı. Renda, geleneğin inanç mekânları olan Tekkeleri; ‘medeniyete ve insaniyete karşı yüz karası fecaathaneler’ diye nitelemişti. Tekkeleri kapatmanın, ‘bir milli vazife’ olduğunu ve ‘civanmert bu milleti, bu yüz karasından kurtaracağını’ yazmıştı. Renda’nın görüşü kısa sürede resmi hüküm haline gelmiş; 1925 yılında çıkartılan 677 sayılı Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması Kanunu ile Hacıbektaş Dergâhının kapısına da kilit vurulmuştu. 

*** 

Dergâhın Cumhuriyet tarihi boyunca tanıklık ettiği durum, Aleviler için oldukça dramatikti. Mekânın yeni dönemdeki ilk müdürü Ali Sümer’in yazdığına göre dergâhtaki eşyaların bir kısmı ihale ile satılmış, yemek kazanları jandarma tarafından kullanılmış, halı-kilimler camilere dağıtılmış, dergâhtaki belgelerin bir bölümü Ankara’da müzayedede satılmıştı. Kapalı olduğu süre boyunca dergâhın bir bölümü Ziraat Tatbikat Bahçesi ve Jandarma Karakolu, bir kısmı da okul yapılmıştı. Bu durum 1960’a kadar devam etmiş; henüz DP iktidarında dergâhın müzeye dönüştürülmesine karar verilmişti. Bu karar ancak dört yıl sonra uygulanabilmiş; 16 Ağustos 1964’de yapılan resmi bir törenle mekân, müze olarak açılabilmişti. 

Her yıl 16 Ağustos’ta yapılan Hacıbektaş’taki anma etkinlikleri elbette içerik olarak çok geniş tematik alanlara hitap etmektedir ama bu tarih gerçekte dergâhın, müzeye dönüştürülmesinin yıldönümüdür. Türkiye resmi olarak hala o noktadadır. Hacı Bektaş Dergâhının hafızasına dair bu özet bile bu ülkede Alevilerin maruz kaldığı dışlamanın ya da ‘kabul edilme’ biçimlerinin öyküsünü anlamak için yeterince öğretici ve düşündürücüdür.