Türkiye’de bu dönem olduğu kadar her gün aynı yoğunlukta siyaset konuşulduğu, tartışıldığı bir dönem olmamıştı. Evlerde, kahvehanelerde, sokakta, kafelerde herkes siyaset konuşuyor, tartışıyor.

Halk bu denli politikleşmişken ülkeyi değiştirme iddiasında bulunanlar daha çok meclis çoğunluğu, kimin kaç milletvekili çıkarıp çıkarmayacağı, hangi adayın ne kadar ünlü olup olmadığı, ittifaklar içi tartışmalar, sosyal medyada, televizyonlarda kimin “güzel” konuştuğuna sıkıştırılmış bir düzlem tercih etti.

Siyasetin toplumsallaştırıldığı, herkesin mücadelenin öznesi olduğu Gezi Direnişi’nden, ‘Hayır referandumuna’, laiklik boykotundan yerel seçimlere birlikte yıllardır bin bir emekle, bedelle biriktirdiğimiz deneyimlerinin yerini bireylerin gösterisine indirgenmiş bir siyaset yapma biçimi alıyor.

***

Birincisi bu siyaset yapma tarzı sola, sosyalistlere, devrimcilere ait bir siyaset tarzı değil. Sosyalistler, devrimciler biz olmaya inanırız. Halk için ama mutlaka halkla birlikte mücadeleye inanırız. Meclis’teki 15-20 milletvekilinin uzatılan mikrofonlarda yaptığı hangi  “güzel” konuşma Gezi Direnişi’nin yalnızca bir saatine, bir gününe değer?

Yaşamımızın tarikatlarla, cemaatlerle kuşatıldığı bir memlekette 4+4+4’e, proje okullarına karşı okul okul, mahalle mahalle birlikte örgütlediğimiz laiklik mücadelemiz, eylemlerimizin yeri hangi “güzel” cümleye sığar?

‘Hayır’ı’ örgütlemek için her sokağa çıkışımızda yaşadığımız baskılara, gözaltılara rağmen asla vazgeçmeyişimizdeki o inat kaç milletvekili sayısıyla ölçülebilir?

İkincisi asıl meselemiz kimin yenileceği meselesi. Bu felaketler iktidarını gönderme meselesi. Halk için halkla birlikte en geniş muhalefet cephesini örme meselesi. İttifak içi tartışmalarla, karşı karşıya gelişlerle kaybedilecek tek bir saniyemiz yok.

Üçüncüsü “lider, milletvekilliği kutsanmışlığı”nın en ağır sonuçlarını yaşadık biz.

Yaşadığımız bir Muharrem İnce olayı var örneğin. Farklı partilerden seçilerek farklı farklı yerlerde konumlanan onlarca örnek var. Meclis çoğunluğu diyerek bugün yapılan apolitik, suni tartışmanın sorusu çok açık. Kimin nerede, nasıl konumlanacağının garantisini kim verebiliyor? İlk krizde kimlerin nasıl masadan kalktığını daha yeni yaşadık.

***

44 yıl önce sözün de yetkinin de kararın da halkta olduğu bir tarihi yazanların mirasını taşıyanlarız. Memleketi yeniden nasıl kuracağımızın en güzel yanıtıdır Fatsa…

Mahirlerden, Denizlere, Devrimci Yol’dan, Özgürlük ve Dayanışma Partisi’ne, Haziran Hareketi’ne ve bugün SOL Parti’de ilkelerinden asla vazgeçmeyen, aldanmayan, aldatılmayan bir tarihi mirasın onurunu taşıyoruz.

6 Mayıs’ta da Denizler için, tarihimiz için asla unutturmamak için memleketin her yerindeyiz.
Meselemiz tek adam rejimini yenme meselesi… Meselemiz yeni bir memleketi laiklikten, antiemperyalizmden, kamusallıktan, sınıfın, emeğin hakkından yana kurma meselesi…

Mesele bu memlekette sosyalistler, devrimciler var umudunu örgütleme meselesi…