Meslek liseleri ile ilgili bir sempozyumda bir akademisyen arkadaşımız meslek liselerinde zaman zaman yaşanan sorunlarla ilgili 'o sorunlar meslek liselerindeki öğrencilerin sınıfsal isyanıdır' demişti. Kader, fıtrat denilerek yoksulluğun, üç kuruşa çalışmanın anneden, babadan çocuğa bir miras gibi devredilmesine, çocuk bedenlerinin işçileştirilmesine gelecek yaşantılarına dair tek bir umut kırıntısının bırakılmamasına isyanıdır diye eklemişti.

Çocuklar yoksulluktan kaynaklı çaresizlikten akın akın okulları terk ederken, eğitimde yaşanan eşitsizlik Cumhuriyet tarihi boyunca görülmemiş bir noktaya ulaşmışken eşit, parasız, kamusal eğitim için ayrılmayan kamu kaynakları, halkın bütçesi kamu okullarına değil önce özel öğretim okulları yönetmeliğiyle hemen sonrasında organize sanayi bölgelerindeki meslek lisesi patronlarına aktarılan teşviklerin yüzde yüze ulaşan oranlarla artırılması ile yapılan değişiklikle sermayeye aktarılmaya devam ediyor.

Halkın, emekçilerin vergileri ile halkın çocukları devlet eliyle bedava iş gücü haline getiriliyor. O da yetmiyor ayrıca emekçilerin bütçesi, alın teri özel okul patronlarının daha fazla sömürüsü “teşvik” edilerek aktarılıyor.

∗∗∗

Kabine kurulu toplantısında bir milli eğitim bakanının meslek lisesi öğrencileri ile ilgili yaptığı konuşmada alkışlarla ve kahkahalarla karşılanan “Her öğrenci üniversite okumak zorunda değil, sen ağa ben ağa bu inekleri kim sağa?” cümleleri iktidarın halkın çocuklarına 21 yıldır yürüttükleri mesleki eğitim politikaları ile bakışının özetiydi.

Meslek liselerinin tarihi, ilk çıkışının dayanağı da sınıfsaldır. Türkiye’de mesleki yetişmenin temel kaynağı cumhuriyet öncesi ve ilk yıllarında çıraklık sistemiydi.

Cumhuriyet’ in kurulması ile birlikte ilerleyen yıllarda özellikle iş gücü piyasası adı altında sermayenin,patronların ihtiyaçları doğrultusunda insangücü yetiştirme kaynağı olarak mesleki ve teknik liseler öne çıkmıştır.

Tüm kalkınma planlarında hedef, okullaşma oranları içinde mesleki teknik liselerin %65, genel/akademik nitelikli liselerin ise %35 oranında öğrenciye sahip olmasıydı.

Ancak halkın çocuklarının eğitim tercihlerindeki bu sınıfsal dayatmaya karşı bir direnci vardı. Çocuklarının gelecek yaşantısını değiştirmenin tek umudu eğitimdi. Ve bu umut ta ancak akademik eğitim veren fen, anadolu liseleri ile mümkündü.

Ancak 80 darbesi ve darbe sonrası neoliberal politikaların en başarılı sürdürücüsü AKP iktidarı döneminde mesleki ve teknik liseler ile imam hatip liselerinin ortaöğretim içindeki okullaşma oranı genel liselerde gerçekleşen okullaşma oranını geçti.

Okullaşma politikası ve sınav sistemi değişiklikleri ile öğrenciler meslek liselerine ve imam hatip liselerine mecbur bırakıldı. Merkezi sınavla veya adrese dayalı yerleştirme ile öğrenci alan okulların yarısından fazlası mesleki liseler ve imam hatip liseleriydi. Akademik liselere yerleşemeyen öğrenciler için tek seçenek meslek liseleri ve imam hatip liseleri haline getirildi. Bu okul türlerine yerleşmeyi reddettiklerinde kitleler haline örgün eğitim dışına çıkış hızlandı. Bu dayatmanın sonucu 1,5 milyonu aşkın öğrenci açıköğretimde artık.

1986 yılında 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunuyla 80 darbesi sonrası neoliberal politikaların hız kazanmasıyla okul-sermaye işbirliği sistemiyle meslek liseleri öğrencilerinin eğitimlerinin teorik kısımlarını okulda alacaklarının ve uygulamalarını da işletmelerde yapabileceklerinin planlandığı “işletmelerde beceri eğitimi” uygulamasına geçildi. Meslek liseleri öğrencileri, meslek okullarına kayıt oldukları ve işletmelerde çalıştırılmaya başlatıldıklarında çoğunlukla 18 yaş altındaydı ve tarihsel ve sosyolojik olduğu kadar hukuken de çocuktular.

∗∗∗

AKP iktidar olduğu günden bugüne patronlar ne istedilerse oldu. Özellikle 4+4+4 yasasının çıkarılacağı günlerde sermayeye açık mesaj verildi. Bu yasa en çok sizin işinize yarayacak denildi. Kamu arazileri, kamusal eğitim için ayrılmayan kaynaklar özel meslek lisesi patronlarına aktarıldı, bu meslek liselerindeki çocuklar ise sermaye için çocuk işçi haline getirildi.

13-17 yaşındaki öğrenciler işyerine adım attığından itibaren artık öğrenci değildi. İktidar eliyle işçileştirilmiş çocuklardı.

Sermaye için ucuz hatta bedava iş gücü haline getirildiler. (MESEM adı altındaki mesleki eğitim kurumlarında 9.10.11 sınıftaki öğrencilere asgari ücretin üçte biri,12. sınıfta asgari ücretin yarısı halkın bütçesi çocuklar bedava iş gücü olsun diye sermayeye aktarılıyor.)

Çocuklar güvencesiz ve eğitim hakkından vazgeçmek zorunda bırakılarak işletmelerde işçilik yapmak zorunda bırakıldı.

Aldıkları eğitim onları bir üst eğitime taşımıyor, güvenli bir istihdama taşımıyor, ancak kamusal eğitim sistemi yoluyla “zorunlu ortaöğretim” çağını istatistiksel aldatmaca ile tamamlamış oluyorlar. Mezun olup, işsizler ordusuna katıldıklarında, yerlerini “işletmelerde beceri eğitimi” almaya gelmiş yeni öğrenciler, yeni işçileştirilmiş çocuklar dolduruyor.

Eğitimde yaşama geçirilen protokoller ise yalnızca cemaatler, tarikatlarla imzalanan protokollerle sınırlı değil. Aynı hızda özellikle 4+4+4 yasasıyla birlikte sermaye ile imzalanan protokoller de son hızla hayata geçiriliyor. Bu protokollerin içeriğinde ise öğretmenlik mesleği de, öğrencilerin laik, kamusal eğitim hakları da yok sayılıyor. Ders içeriklerinden, kullanılacak eğitim materyallerine kadar her şeye sermaye karar veriyor.

Meslek lisesi memleket meselesi diyenlerin asıl meselesi yoksulu daha da yoksullaştıran sistemin, patronların bekası meselesidir. Kapsayıcı ve bütünlüklü olmayan bilimi, edebiyatı, sanatı yok sayan çocuk işçiliğinin devlet eliyle sürdürülmesinin yolu olan mevcut mesleki eğitim modelinin kapatılması, tüm öğrencilerin eşit, laik, nitelikli, kamusal eğitime erişebildiği bir eğitim sistemi mümkün.

Mümkün olanın yapılmaması da politik bir tercih.