Herkes için demokrasi, laiklik, eşitlik, özgürlük, sosyal devlet ve hukukun üstünlüğünü önceleyen evrensel değerlerin yerine ikame edilmeye çalışılan orta çağ özlemi var. İnsanın ve toplumun özel alanına ait olan, maneviyat ve kültürel değerler, siyasetçinin, mafyanın, çetelerin ve dinbazların elinde bir istismar aracına dönüşürse, o ülkede kirlenmenin toplumsallaşması kaçınılmaz olur.

Çünkü kültürel ve dinsel değerlere ideolojik kutsiyetler atfedilerek ve bir “dokunulmamazlık” zırhı giydirilir. Bunun adı “Türk İslam Sentezcilik” ya da “Siyasal İslamcılık” olur. Bunu siyaseten tercih eden odaklar, her türlü yozlaşmaya zemin yaratmak için, siyasal söylemlerini ve eğitim sistemini ideolojik amaçlarına uygun dinselleştirme ve kutsallaştırma yolunu seçerler.

Egemenlerin ezberinde bir kural vardır; Dünyevi yolsuzlukları, kirlenmeyi ve hukuksuzlukları, uhrevi kutsallıkları istismar ederek görünmez kılmaya çalışmak. Halkın emek üretimini, vergisini, devletin kaynaklarını ve ülkenin zenginliklerini bir avuç elitin elinde toplamak. Uhrevi kutsallaştırma ideolojisi, iktidarın yaratttığı ekonomik, sosyal, kütürel ve hukuksal tahribatları görünmez kılmak için kullandığı siyasal İslamcı ve milliyetçi populizme başvururlar.

Halkın vicdanında dini sivil özgürlük hakkını tekelleştirmek için, çocuk yaştan başlayarak toplumun tüm kesimlerine “din” ve “milli” kutsiyet ideolojileriyle nüfus etmeye çalışırlar. Dini Diyanet, din okulları ve eğitimi üzerinde devletleştirirler. Dünyevi aklı, uhrevi istismarlarla sömürerek güç ve iktidar varlığını sürdürmeye çalışırlar. Kirlenmiş yüzleri, toplumun muhafazar kesimi tarafından, ilk başlarda görünmez ya da farkedilmez.

Tehlikenin gelmekte olduğunu öngören ve bunu dile getiren halkın gazeteceilerini, sol ve laik eleştirel düşünceyi “maneviyatsız”, “kültürel kimliğe” karşı görebilir ve ayıplayabilirler. Fakat “gerçeklerin her zaman yer yüzüne çıkma gibi bir huyu vardır.” Bunu bilenler, yaşanmakta ve gelmekte olan tehlikeye dair sözlerini ifade etmekten, insani bir sorumluluk gereği geri durmazlar.

İnsanlar bu kutsiyet ve dokunulmazlık zırhına büründürülmüş ideolojik algının, sadece buz dağının görünen tarafını değil, altındaki gerçekleri de fark ettiğinde, nasıl bir tuzağa düşürüldüklerini göanlıyor. Sofrasına el uzantanların, vergilerinin kamu amacı dışında kullanıldıklarına tanık olduklarında, din istismarı tütsünün etkisinden kurtulmaya ve uzaklaşmaya başlıyorlar.

“Milli” ve “yerlilik” adı altında hangi iktidar siyasetçilerinin yokluktan varlığa ulaştığını, iktidar yandaşı hangi beşli sermaye grubunun hızla milyar dolarlık zenginleşme yaşadığını, “bir hırka, bir lokma” yalanıyla hangi cemaatlerin ve tarikatların holdingleştiğini, “iyi ahlaklı insan”vaazı vererek aldatan hangi tarikat şeyhinin torunu yaşında kızları istismar ettiğinden dolayı cezaevine girdiğini gördükçe, gözleri daha açılıyor.

Devlet ve iktidarı dini refaranslar yönetmeye çalışanların, asıl niyet ve kişisel/ailesel hedeflerinin, dinci ve milliyetçi kutsiyet ideolojisi arkasına gizlenmiş art niyetleri tek tek çözmeye başlıyorlar.

Siyasi iktidarın şemsiyesi altında hangi çetelerin hukuk dışı eylemlerine “milli kutsiyet” zırhı verilerek meşrulaştırılmaya çalışıldığını ve çıkar çatışmaları sonucu ortaya çıkın çirkin manzarlara, iddaalara, yolsuzluklara, rüşvet skandallarına canlı tanıklık yaparlar.

Halka açlığı, yoksulluğu, yoksunluğu, baskıları ve sıralı zamları reva görenlerin, yazlık, kışlık, çalışma ve siyasal saraylara harcanan vergilerinin akibetini öğrenirler.

İktidar avantajıyla kimlerin rant ihalelerinde ve iktidar belediyeleri üzerinden nasıl bir çıkar ve menfaat ağı örgütlediği daha da görünür oldukça iktidar bloku içindeki “pastadan pay alma” kavgası daha da ayyuka çıkmaya başlar.Zaman alıyor. Ama insanlar yaşadıkça, tanık oldukça ve yüzleştikçe, kutisyet ideolojisinin “minareyi çalanın kılıfı” olduğunu farkına varıyor.

Son aylarda ortaya çıkan itiraflar, iddialar, çıkar gruplarının iç kavgaları, belgeler ve kanıtlara dayalı hukuk dışı ilişki ve kirlenme karşısında halkı ikna edecek tek bir açıklama yapılmıyor ve yargı süreci işletilmiyor. Kirlenmenin siyaset, bürokrasi, yargı, mafya ve tarikatlar arası ilişkiler ve bunlara dair iddaların hedefinde duranların sessizliği, halkın daha da sesli düşenmesine ve temiz toplum çağrısının karşılık bulmasına yol açıyor.

Sevgili okur özetle ifade etmek istediğim husus şudur; Kutsiyet ideolojine dayalı siyaset ve dinselleştirilmiş eğitim sistemi insanı bozar ve onu çıkar ve menfaat ağı içinde köleleştirebilir. Bir ülkede kirlenmenin her tarafa nüfüs etmesinin ve ahlaki yozlaşmanın hedefinde insanı bozmak vardır.

İnsanın ve dolaysıyla toplumun bozulmaması için, manevi ve dinsel kutsiyet ideolojisine dayalı siyasal istismara son verecek hukuksal düzenlemeye ihtiyaç vardır. Devletin adalet, evrensel hukuk, laiklik, demokrasi, özgürlükler ve insanca yaşam için ekonomik refah düzeyini güvence altına alacak, sosyal devleti savunmak gerekiyor.

Bunun içinde, halkın tüm kesimlerinin demokratik siyasi iradesinin TBMM’ne yansımasını sağlayacak, katılımcı, demokratik,çoğulcu bir parlamenter sistemle, tek adam rejimine itiraz etmeli.

Zira en doğru seçenek demokratik, laik, sosyal devleti önceleyen, insan hak ve onuruna saygılı, evrensel hukuk bir düzendir. Bunun tek yolu, insanın aklını, düşüncesini, tercihi, iradesini kimseye teslim etmemesinden geçiyor. Zira demokrasinin ve laikliğin erdemliği, insanın kendi kendini yönetme hakkı, onuru ve özgürlüğünden gelir.