15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Erdoğan iktidarına hayat öpücüğü veren grupların başında ulusalcılar geliyordu. 2000’ler boyunca AKP ve Fethullahçıların hışmına uğramış bu kanat, darbe girişimini takip eden süreçte FETÖ konusunda ne kadar haklı olduklarını hatırlatarak Erdoğan’ın yanında saf tuttu. Türk sağının İslamcı, faşist unsurlarıyla aynı ittifakta yer almanın ağırlığını önemsemeksizin kendilerine iktidar bloku içinde yer açmanın hesaplarını yaptılar. Erdoğan da onlara sınırlarını bizzat kendisinin çizdiği bir alan açtı. Bu durum, ulusalcıların Kürt meselesinde, Ege’de, Doğu Akdeniz’de yürütülen politikaları doğrudan kendilerinin belirlediği sanrısına kapılmalarına neden oldu. Halihazırda Perinçekgillerden kimi eski generallere ve kanaat teknisyenlerine uzanan bir kadro kendini dev aynasında görmeye devam ediyor, bu yüzden de iktidarı kolluyor.

***

İktidar çatırdarken onun çeperinde kümelenen, bolca Atatürk referansı verdikleri ve kültürel olarak da seküler kesime yakın oldukları için muhalefetin asli bir parçası olarak algılanan bir dizi köşe ve koltuk sahibi, giderayak iktidar kalemşorlarından büyük alkış alıyor. Çünkü Erdoğan’ın “tekliğini”, muhtemel çok liderli bir siyasi kompozisyona tercih ettiklerini göstererek iktidara destek oluyorlar. Bu desteği kimi zaman apaçık, kimi zaman da üstü örtük bir biçimde icra ediyorlar. Her defasında da “en haklı”, “en vatansever”, “en Atatürkçü” olduklarını ilân etmekten geri durmuyorlar.

Son zamanlarda, Türk sağının meşhur devlet fetişizminin gölgesine sığınıp muhalefetin iktidara yönelik hamlelerine “devleti koruma” adı altında hudut çizmeye, Saray’ın dilinden konuşarak had bildirmeye kadar vardı işler. Neymiş muhalefette “iktidar gitsin de devlet çökerse çöksün” diyenler varmış, “oyuna gelmemek gerekirmiş” vs. Bu söylem ve benzerleri tam manasıyla bir muktedir söylemidir. Devlet ile mevcut iktidarı eşitleyen böylesi çıkışların Erdoğan’ın “bana yapılan eleştiriler Türkiye’yi hedef alıyor” minvalindeki sözlerinden zerre kadar farkı yoktur. Demokrasi, özgürlük, eşitlik talebine sırtını dönen, ülkenin her alanda asıl çöküşünün iktidarın politikalarında gizli olduğu gerçeğini perdeleyen bir tavrın muhaliflikle hiçbir akrabalığı kurulamaz.

***

Muhalefet “dış güçlerle beraber” teranesini yeniden üreten “en ulusalcılar” ile Peker gibilerin yanında, yakınında hizalanıp prim toplamaya çalışan, yıllardır AKP’ye direnen BirGün’e, orada görev yapan gazetecilere gazetecilik ve muhaliflik öğretmeye kalkan “en Atatürkçüler” kol kola girmiş aynı menzile koşuyorlar. Değişim talebini kontrol etmek, hep kurtarıcı, hep kahraman olmak istiyorlar. Onların siyasetteki karşılıkları ise iktidarı bir, muhalefeti üç eleştirerek “en… en… en… olma” sırasını kimseye bırakmıyor. Sağın en vasat argümanlarını tekrarlayarak konforlu bir siyaset alanından konuşmanın keyfini çıkarıyorlar. Zannedildiği gibi iktidar da kendilerinden rahatsız değil, suyu köpürtmelerinden, asıl meseleyi yoksulluk, talan ve ranttan uzaklaştırmalarından gayet memnunlar.

Güç neredeyse orada olalım ama muhalif görünmeyi ihmal etmeyelim ki AKP’ye öfkeli kitleden nemalanalım anlayışı bu ülkenin sosyalistlerinin kafa sallayacağı bir zihniyet değil. Üstelik demokrat, cumhuriyetçi, ilerici tabanı manipüle etmeye endeksli söylemlerle mücadele etmek de kendini sol, sosyalist olarak niteleyenlerin ajandasında önemli bir yer tutmak zorunda.

***

Sosyalistlerin muhalefeti eleştirdiği noktalarla, dolaylı yoldan iktidarın ekmeğine yağ sürenlerin dillendirdiği eleştiriler arasında devasa bir fark var. Sosyalistler muhalefetin restorasyonculuğa teslim olmasını, laiklikten köşe bucak kaçmasını, kamucu politikalar yerine ehlileştirilmiş kapitalizm savunusu yapmasını, sınıfsal talepleri yok saymasını eleştiriyor. “Sureti haktan görünenler” ise tüm bunları yok sayıp muhalefeti Saray danışmanlarının metinlerini andıran ifadelerle eleştiriyor. Popülist şovlara başvurarak, göçmen sorununu ve Kürt sorununu sömürerek, iktidarın ürettiği yapay gerilimleri körükleyerek halkın öfkesini çalmaya çalışıyorlar.

Eğer hep yazdığımız üzere tarihsel bir kavşağa doğru ilerliyorsak sosyalistler, kitlelerin bireysel şovlardan, suya sabuna dokunmayanların akıl hocalığından, mafya lideri ifşalarından, AKP’deki kayıkçı kavgalarından medet ummasına seyirci kalmamalı. Düşünsel birikimi ve pratiğiyle, kendi gücünün sınırlarını zorlamak pahasına değişimin bir parçası olmaya gayret etmeli. Bunu sol popülizm girdabına girmeden, entelektüelizme ve kendi mahallemize hapsolmadan yapmak mümkün. Yeter ki değişimi kendimizden başlatma cesaretini gösterebilelim.