Müslüman Kardeşler/Gannuşi/İbn Haldun
(,“inancımızın mutlak hakikatleri: topyekün bir eğitim-öğretim reformu”
Hararetli anayasa tartışmaları sürecinde iken Tunus’a, Ankara’dan bir heyet gitti. Amaç, En Nahda lideri R. Gannuşi’ye “Müslüman kardeş” kanı şırınga etmekti. Ama tutmadı; çünkü, dini açıdan hakikisi kendisinde vardı. Demokrasi bakımından da, ne de olsa, parlamenter rejimin anavatanında yaşamıştı ve Tunus için çözüm, mutlak hakikatte değil, dünyevi Anayasada idi.
Ankara’dan estirilen “sun’i rüzgar”, genellikle muhataplarına zarar verdi: Tunus Anayasa süreci, Filistin bağımsızlığı ve Azerbaycan örnek olarak belirtilebilir.
Dünyevi kazanımları koruma çabasında iken, Ankara baskısı nedeniyle Tunus halkı, Türkiye’den soğudu.
Filistin halkının bağımsızlık mücadelesini İslami temele dayandırmaya çalışan zihniyet, Azerbaycan-Ermenistan savaşında, topraklarını haklılık ve hukuk temelinde savunmaya çalışan Azeriler için, “meşruluk-haklılık ve diplomasi” yerine “soy ve din kardeşliği”ni öne çıkardı.
Kuşkusuz, bu vb. kalemler açılabilir; ama kısaca sorun şu: nesnel ölçütler, bir halkın/ulusun siyasal ve anayasal mücadelesine katkıda bulunurken, öznel dayanışma öğelerinin öne çıkarılması, yarar yerine zarar verir.
Dışarıya dönük bu yaklaşım tarzı ile çeride uygulamaya konulan politikalar arasındaki koşutluk açık.
Parti yoluyla Gannuşi’yi gazlamada başarısız olan Ankara, İstanbul’da İbn Haldun Üniversitesi’ni kurarak, sanki bunun üzerinden rövanş almaya çalışıyor. Nasıl mı?
-Tunus modernleşmesinde Atatürk’ten esinlenen Burgiba mirası, 2014 Anayasası ile dünyevilik ekseninde büyük ölçüde korundu. Ankara, bunu bir türlü hazmedemedi.
-Türkiye modernleşmesinin temelleri, Cumhuriyet öncesine gidiyor. Erdoğan, buna da karşı çıkıyor:
“kendi köklerimizi tamamen unutarak veya dışlayarak, iki asırdır kendimize yol ve yön bulmaya çalışıyoruz; fikri bir buhranın içinde çırpınıyoruz…’Fikri hür, vicdani hür nesiller yetiştirmek’ için çıkılan yolun, en sığından, en bayağısından, en çarpığından bir batı taklitçiliğine dönüşmüş olması, Cumhuriyetimizin en büyük kaybıdır.”
Erdoğan’a göre, bu “faşist dayatmalar”, “dava insanlarını” etkisizleştirdi.
Muktedir olmakla iktidar olma arasındaki farka işaretle, gerçek iktidarın fikri iktidar olduğunu vurgulayan Erdoğan’a göre, “Fütüvvet ehli bir nesil yerine amorf bir nesil yetiştirme gayreti, ülkemize ve milletimize oldukça pahalıya mal olmuştur… Evlatlarımızın zihin ve gönül dünyalarındaki boşluk da, batı merkezli popüler kültür ürünleriyle veya sapkın akımların hezeyanlarıyla doldurulmuştur…Topyekün bir eğitim-öğretim reformu” gerekli.
Toptan eğitim-öğretim düzeltimi nasıl olacak? Bunun yanıtı:
“Tek vazgeçilmezimiz inancımızın naslarıdır; onun dışındaki her şeyi geleceği kucaklayacak şekilde yeniden yorumlamak, yeniden üretmek mümkündür”; ama daha çok “inancımızın mutlak hakikatlerinden aldığımız güç” sözlerinde saklı.
Özetle; bilim ve teknolojinin ürünlerinden yararlanalım; ama bu ürünleri yaratanların fikrini reddedelim: çağdaş Batı uygarlığının fikri alt yapısı olan Aydınlanma düşüncesine hayır; ama bunların maddi sonuçlarına evet. Batı’ya karşı, çelişkili ama yararcı bakış açısı, ulusal tarihe nasıl yansıyor?
-Osmanlı modernleşmesi; ret.
-Cumhuriyet devrimleri; ret.
Kendi dönemlerinde, 4+4+4 dahil 7 MEB yoluyla yaptıkları reformlar ile “inancımızın mutlak hakikatı” arasında nasıl bir bağlantı kurulabilir?
Anayasa ile eğitim arasındaki benzerlik yoluyla:
-2007 ve 2010 Anayasa değişiklikleri, yetersiz ama, “son darbe” olan 2017’nin yolunu açtı.
-Eğitim ve öğretimi dinsel temele dayandırma yönünde –AYM’nin de katkısıyla- atılan adımlar yetersiz; artık “mutlak hakikatler” e dönme zamanı.
Sonuç olarak; eşitlik-yurttaşlık-özgürlük, hukuk-demokrasi-hukuk devleti vb. Cumhuriyet ile özdeşleşen kavramlar yerine, “fütüvvet ehli bir nesil”, bilim yerine, “mutlak hakikat” konuyor.
Bu nedenle, demokratik hukuk devleti anayasası için mücadele verenler için, “toplum mühendisliği” projesine karşı da mücadelede, “akıl ve bilim yolu” rehber olmalı.