Ankara Bahçelievler’de yaşarken ilk ve ortaokul dönemlerinde yani; sevdiğimiz şarkıcıları, oyuncuları ve futbolcuları görme şansımız pek yoktu. Özellikle Fenerbahçe-Galatasaray maçlarını -o da ikinci yarısını- Nezih ağabeyin pilli radyosundan dinler, şarkıcıları -TRT denetimine takılmayanları- haftada üç gün yayın yapan TRT 1 ekranlarından, oyuncuları ise Devlet Tiyatrosu sahnesinden ya da Bahçelievler’deki Renkli sinema perdesinden izlerdik. Sakızlardan çıkan kartlar ve zaman zaman dergilerin verdiği posterler odamızın duvarlarını ve çalışma masamızın üstünü süsler, bu görsellerde yer alan bazı kısa bilgiler de ünlüler hakkında merak ettiklerimizi az da olsa giderirdi.


70’li yılların başlarında ilk kez bir ünlüyü görme şansı bulmuştum. 1972 ve 73 yılında askerliğini yapan Barış Manço, izinli olduğu bir gün hemen bizim alt sokağımızda oturan annesini ziyarete gelmiş bu yüzden sokakta büyük bir izdihama neden olmuştu. Ben ilk kez kısa saçlı ve bıyıksız görmüştüm zamanımızın “star”ını. Böylesine sevgi dolu bir kalabalık ve bu kalabalığa aynı içtenlik ve sıcaklıkla cevap veren “ünlü” biri şaşırtmıştı beni. Radyoda dinlediğimiz televizyonda gördüğümüz saçlarıyla, bıyığıyla yüzükleri ve farklı sahne kıyafetleriyle o sıra dışı insan gitmiş yerine yıllar sonra izleyeceğimiz “7 den 77’ye”deki çelebi Barış Manço gelmişti sanki. Bu ilk karşılaşmadan yaklaşık 15 sene sonra “Adam Olacak Çocuk” programı ile başladı tanışıklığımız. Sanıyorum ikinci programıydı ve çocuk programına konuk bulmanın zorluklarından ve devlet televizyonunda istediklerini tam olarak hayata geçirememekten dert yanmıştı. O her zamanki telaşlı konuşmasıyla… Farklı biriydi. Hem de çok farklı. 70’li yılların siyasi ikliminde bazı şarkı sözleri, giysileri ve klipleri yüzünden ülkücü gibi lanse edilse de naçizane en fazla milliyetçi denilebilirdi Barış Manço’ya…

YILLARCA SÜRGÜN YAŞADI

Yine şubat ayında kaybettiğimiz bir değerli isim de Cem Karaca. Barış Manço’dan 5 sene bir hafta sonra 8 Şubat 2004 yılında da onu sonsuzluğa uğurladık. Cem Karaca solcuydu. Devrimciydi. İnandığı görüşü hem özel hayatında hem de şarkılarında sonuna kadar savundu. Yıllarca sürgün hayatı yaşadı. Vatan hasreti çekti. Barış Manço’nun zaman zaman fantastiğe kaçan şarkı sözlerine nazaran çok daha gerçekçi şarkılar yazdı. Ezilen insanların, emekçilerin yanında yer aldı her zaman. İstanbul ve Bakırköy sevdalısıydı. İflah olmaz bir Fenerbahçeliydi. Çevre ve hayvan dostuydu. Hümanistti.

Türkiye’deki en özel sesti. Muhteşem bir yorumcuydu. Çok küçük yaşlarda tiyatronun tozunu yutması nedeniyle müthiş bir sahne hâkimiyeti vardı.
Alçakgönüllüydü. Hiç çıkarmadığı koyu renk gözlükleri, şapkası, beresi sahnede giydiği işçi tulumuyla, havaya kaldırdığı yumruğuyla müthiş bir karizmaydı. Binlerce kişiye verdiği stadyum konserleri de vardı, Uğur Dikmen’in piyanosu eşliğinde sahne aldığı ufak barların küçük sahnelerinde yaptığı performanslar da… Cem Karacayı da unutmayacağız. Barış Mançoyu’da…

“Dağlar Dağlar”, ”Gül Pembe”, “Dönence”, “Bu gün Bayram”, “Kara Sevda” nasıl unutulmuyorsa “Tamirci Çırağı”, “Namus Belası”, “Dadaloğlu”, “Islak Islak”, ”Resimdeki Gözyaşları” da unutulmayacak. Aynı şekilde bir dönem sahneyi paylaştıkları Bahadır Akkuzu, Engin Yörükoğlu, Ohannes Kemer, Sefa Ulaştır, Mithat Danışan, Seyhan Karabay da… Dünyamıza kattığınız güzellikler için hepinize sonsuz teşekkürler…