Google Play Store
App Store
Ne pandemisi?

“Kuşlar bu gün ters yöne uçuyorlar

Kanatları kırık

Kuşlar bugün nedense susuyorlar

Boyunları bükük

Kuşlar simsiyah kuşlar kapkara

Gecenin içinde karanlık

Kuşlar ayakta…”

Çok çok yıllar öncesinde yazdığım bir şarkının sözleri bunlar. Birkaç gündür hem dilime hem de kafama fena takıldı bu şarkı. Özellikle kuşların ters yöne uçtuğu cümle. Kuşların hangi yöne uçacağını nasıl bilebiliriz ki? -Göç zamanından falan söz etmeyelim mümkünse.-

17 yaşında niye böyle bir şey yazdım ve de kırk sene sonra bu niye aklıma düştü? Buldum… Yaklaşık on gündür özellikle Anadolu’dan gelen müzisyenlerin videolarını izliyorum. Zira müzisyen ve sahne emekçisi dostlar bakanlık desteğinden faydalanabilmek için bu sektörde olduklarını kanıtlayan videolar çekmek ve Müzik Meslek Birlikleri’ni ya da müzikle ilgili sivil toplum kuruluşlarını referans göstermek zorunda. Ben de bu projede MÜYORBİR’in seçim komisyonunda olduğum için bizi referans gösteren; aynı mesleği yaptığım ama tanışmadığım yüzlerce insanla karşılaştım. Gerçekten de Türkiye’de müzisyen olmak zor ama Anadolu’da müzisyen olmak, onunla geçinmek tek kelimeyle “mucize”.

Anadolu’da sıra gecesinde çalan bir bağlamacı, kız almaya giderken nefes patlatan bir zurnacı, pavyonlarda elinde mikrofon masa masa gezerek ekmek parasını çıkarmaya çalışan bir şarkıcı, düğünlerde gelinle damadı piste davet eden bir piyanist-şantör. Evet bunlardı ters yöne doğru kanat çırpanlar. Bu işe gönül vermiş, sevdalanmış karşılıksız bir sevdanın peşinde koşanlar. Ve de 70’lerde yazdığım bu şarkıyı bilinçaltından bilince çıkaranlar. Bu videolarda kurmaca bir şey olmadığı için gerçek tüm çıplaklığıyla sadece görüntüsüyle değil acımasızlığıyla da karşıma çıktı.

Bir defa müzisyenlerin çaldıkları ortam ve fiziki şartlar çok kötü. Sahne yok. Ses-ışık sistemi yok. Müziği icra edenlerin doğru düzgün enstrümanları da yok. Hiçbir canlı müzik mekânı hem çalan için hem dinleyen için düşünülmemiş. Ama daha kötüsü dinleyici yok. Nicelik olarak değil, nitelik olarak yok. Ama bu onların suçu değil ki. Müzik dinlemeyi bilmiyorlar. ‘Nasıl’ olduğu kadar ‘niye’si de çok önemli bu durumun.

Şöyle açıklamaya çalışayım. Pandemiyi falan unutalım. Pandemi daha bir yılı bile doldurmadı ülkemizde. Sanki konserlerin, oyunların, gösterilerin böylesine durmasının, etkinliklerin iptalinin tek sebebi olarak bu salgını göstermeyelim.

Hiç baktınız mı Tokat’ta, Yozgat’ta, Çorum’da, Bitlis’te yılda kaç sanatsal etkinlik olmuş bu salgın öncesinde? Eminim pandemi öncesi ve sonrası pek bir fark olmamıştır bu sayılarda.

En son klasik müzik gösterisi, bale, opera ne zaman uğramış acaba bu ve benzeri şehirlere? Edebiyat ile ilgili ne zaman bir panel yapılmış ya da bir şiir okuma gecesi? Valiler, kaymakamlar, belediyeler kaç etkinliği keyfi olarak iptal etmiş güvenlik gerekçesiyle? -Bir konserde bile vatandaşının güvenliğini sağlayamıyorsan ne işin var o koltukta?-

Burada yaşayan vatandaşlarımızı bu anlamda yok saymak sanata ulaşmasını zorlaştırmak hatta engellemek kimin haddine?

Genco Erkal, Ferhan Şensoy, Sumru Yavrucuk sahneledikleri oyunları sadece Ankara’yı, İstanbul’u, İzmir’i düşünerek mi seçtiler?

Duman, Tarkan, Leman Sam biz büyük şehirler dışında sahneye çıkmayız mı dediler?

Ayşe Kulin, Zülfü Livaneli, Faruk Duman bizi havalimanından lüks araçlarla almazsanız imza gününe katılmayız mı dediler?

Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu yatar koltuklu sinema salonu olmazsa filmlerimizin gösterimine izin vermeyiz mi dediler?- Bu arada Türkiye’de sinema salonu olmayan şehirler olduğunu biliyor muydunuz?–

Neyse… Bunlar çözülmeyecek sorunlar değil ama niyet önemli. Çözüm ülkeyi yönetenlerin niyeti ve sanata bakışlarında gizli. Bu yazımı da çok sevdiğim bir Anadolu sözü ile noktalayayım: “Gönülsüz köpek sürüye kurt getirir.”