Cumhuriyet’in 100. yılına ramak kala yalnızca siyasal rejim konusunda sert bir kapışmaya doğru sürüklenmiyoruz aynı zamanda sınıflar arasındaki uçurumun en çok arttığı, yoksullaşmanın geniş halk kesimlerini esir aldığı bir otobanda ilerliyoruz. Bu ikisi sanıldığının aksine birbirlerinden bağımsız değil, tam aksine iç içe geçmiş durumda.

Toplumun en varlıklı kesimi, iktidarın son yıllarda yaptığı tüm finansal hamlelerden kazançlı çıktı. Döviz kurundaki dalgalanma da, kur korumalı mevduat ve gelire endeksli senet de halihazırda belirli bir serveti olan kesimi ihya ediyor. Merkez Bankası’nın son 1 yılda hanehalkı varlıklarına dair verdiği rakamlara göre, bu kesimin varlığı 2 trilyon 690 milyardan 4 trilyon 310 milyara çıkmış. Zenginleşmenin birinci nedeni dövizdeki artış, diğeri ise kur korumalı mevduattan gelen kâr. Bırakın bankaların kâr rekorlarını sırf bu netice bile “İktidar ekonomide ne yaptığını bilmiyor” savını boşa çıkarmaya yeter. Çünkü Saray’ın ekonomi danışmanları tam da bilerek ve de isteyerek zenginler kulübü için çalışıyor. Geri kalanları ise yıllarca boğuşacakları borç batağına itiyor. Biliyor ki “Borç yiğidin kamçısı” değil prangası.

***

İktidar, pandemi boyunca yurttaşı iktisadi risklerden korumak yerine borçlandırmayı seçti. Daha fazla kredi kullanması için alenen teşvik ederek süreci finans kurumları lehine işletti. Geçinmekte büyük zorluk çeken milyonlarca insanın borcu 1,1 trilyonun üzerinde. Son 1 senede hanehalkı borcu 200 milyardan fazla artmış durumda. Borçların önemli bir bölümünü kredi kartları borçları oluşturuyor. Çekilen ihtiyaç kredileri ise genellikle düşük tutarlı ve borcu borç ile kapatmak için kullanılıyor. Bu yılın başında kredi kartı borcu yüzünden ya da bireysel krediyi ödeyemediği için yasal takibe düşenlerin sayısı üçe katlanmış ve 4 milyonu geçmişti. Senenin ortasına geldiğimiz şu günlerde bu rakamın arttığını öngörmek mümkün.

Gençler de tıpkı ebeveynleri gibi hayata borçlu başlıyor. CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun “Faizli KYK borçlarını ödemeyin, iktidara gelince sizden yalnızca ana para talep edilecek” çıkışı çok ses getirdi. Çünkü ekonomik krizin derinleşmesiyle KYK borçları gençlerin üniversite sonrası yaşamını ipotek altına alan bir cendereye dönüştü. 5,5 milyon borçlu mezundan söz ediyoruz ve bu gençlerin bir kısmı çoktan icra takibiyle karşı karşıya, asgari ücretle çalışanların büyük bir kısmı da maaşının üçte birini geri ödemeye ayırıyor.

***

Cumhur İttifakı seçim yaklaştıkça 3600 ek gösterge, atanamayan öğretmenler ya da EYT gibi meselelerde muhalefetin sıkıştırmasıyla adım atmak zorunda kalıyor. Yıllardır gençlerin çığlığına kulaklarını tıkayan iktidar, belli ki açık yara olan KYK borçları için de bir pansuman planlıyor. Ancak borçlu yaratan bu sisteme dokunmadan, geçici önlemlerle çözüm üretmek mümkün değil. Rant ağını beslemek için tabela üniversiteleri açarsanız, üniversiteli genç sayısını herhangi bir planlama yapmadan arttırırsanız, ihtiyacı olan gençlere karşılıksız burs verecek bir sistem kurmak yerine onları borçlandırmaya kalkar ya da cemaatlere sığınmaya teşvik ederseniz sorunu kangren haline getirmeye devam edersiniz.

Üstelik Kredi Yurtlar ile ilgili tek sorun kredi borçları da değil. 60 yıllık mazisi olan Kurum, kredi alan öğrencilerin burslarını sırf iktidar karşıtı eylemlere katıldı diye kesen, Diyanet ile yaptığı işbirliğiyle yurtlarını “manevi danışman” dolduran, o danışmanların sayısını her sene arttıran bir iktidar aygıtına dönüşmüş durumda. Hal böyleyken muhalefetin yalnızca öğrenim kredisi faizlerine işaret etmekle yetinmemesi, barınmadan eğitimin niteliğine yükseköğretim meselelerini bütünlüklü bir kamucu – laik eğitim perspektifinin içinde ele alması mecburiyet haline geliyor.

***

Neoliberalizmin gencinden yaşlısına toplumu borçlu hale getirme stratejisi en vahşi haliyle Türkiye’de uygulanıyor. Alım gücü düştükçe borcu borçla çevirme stratejisi de boşa düşüyor. Ardından intiharlara kaçıp gitme planlarına uzanan bir çeşit tükeniş ve ona eşlik eden toplumsal çürüme geliyor. Borçluluk-yoksullaşma sarmalı ile İslamcı kuşatma ve siyasal baskı arasında sıkı bir bağ var. Bu bağı görmeden yapılacak muhalefet belki ki sandıktan muzaffer çıkabilir ama birikmiş sorunlara sahici çözümler bulamaz. Bizim yalnızca Saray rejiminden değil, onun sözcüsü olduğu sömürücü-rantçı sınıfın tahakkümünden de kurtulmamız gerekiyor.