Normalleşen şantaj, sıradanlaşan ölüm
Geçen yazıda bir haftaya kaç gündem sığar diye sormuştuk, bu hafta 34 askerin yaşamını kaybettiği bir ülkede devlet başkanının konuşması nasıl olur diye soralım. Herhalde Erdoğan’ı dinlememiş olsak aklımıza saldırı hakkında toplumu bilgilendirmek, üzüntüyü paylaşmak, özeleştiri yapmak, alınan diplomatik ve askeri önlemleri anlatmak gibi başlıklar gelirdi.
Hâlbuki bizler yüreğimizi dağlayan saldırı hakkında CB’nin düşüncelerini, Gezi’de “aldatılmış gençlik”, mülteci pazarlığındaki son durum, sınır kapısına yığılan insanların sayısı, turizmde kırılan rekor gibi başlıkların arasında duyduk. Türkiye’yi bilmeyen biri Erdoğan’ı dinlese bu korkunç saldırının arkasında muhalefetin ya da Gezi gençliğinin olduğunu düşünür. O kadar gerçekten ve de bütünlükten kopuk…
İktidar sözcüleri İdlib’e dair halkı ikna edecek, kayıpların acısını hafifletecek bir argümana sahip olmadığı gibi bundan sonra askerlerin burnu kanamayacak diyemiyor. Aksine AKP Genel Başkanı, Şehitler Tepesi’nin boş kalmayacağını söyleyerek, zamanında hamaset dediği şeyin âlâsını yapıyor. Yandaş medyada ise savaş propagandasından ve duygu sömürüsünden başka bir şey yok.
Biliyorlar ki halk İdlib’teki askeri yığınağı, göze alınan riskleri Fırat Doğusu’na yapılan operasyonlarla aynı kefeye koymuyor. YPG’nin sınırdan uzaklaştırılmasını uğruna bedel ödenmesi elzem bir güvenlik konusu olarak halka sunabilen iktidar bloku TSK’nin Suriye ordusuyla neden karşı karşıya geldiğini izah etmekte güçlük çekiyor. Sınır ötesinde savaşmazsak “içeride” savaşmak durumunda kalırız ifadesinin muhatap Rusya ve Suriye ordusuyken hiçbir mana taşımadığını fark edemiyor.
İktidar muhalefete “İdlib milli mesele, arkamızda hizaya geçin” diyor ancak CB muhalefet liderini aramayı zül sayıyor, Milli Savunma Bakanı Akar şayet iddia doğruysa Kılıçdaroğlu’nun telefonuna çıkmıyor. CHP, Meclis derhal toplansın çağrısı yapıyor, AKP Meclis’i beş gün sonrasına toplama kararı alıyor. Bu nasıl bir milli mesele ki ülkenin en az yarısını temsil eden muhalefetten köşe bucak kaçılıyor?
Kimsenin TSK’nin muharip gücünü hafifsediği yok ancak Suriye iç savaşı boyunca “sahada olma” fetişizmi getirdiğinden çok daha fazlasını götürdü. Masada söz sahibi olma adına uluslararası hukuku, bölgesel dengeleri, barışçıl dış politika ilkelerini hiçe sayan iktidar kimsenin selam vermek istemediği asabi komşuya benzedi. NATO’nun yarım ağız desteği, ABD’nin ayak sürmesi, Rusya’nın adeta iktidarla dalga geçercesine açıklama yapması “değerli yalnızlığın” çok ötesine geçildiğini gösteriyor. Yalnızlıktan tecride uzanan bir yolda hızla ilerleniyor.
Sınırın açılıp mültecilerin sonu belirsiz bir yolculuğa sürüklenmesi ise dış politikada elde avuçta başka bir şey kalmadığının kanıtı. İktidarın hesabı basit. Hükümet hem Batı’yı tehdit yoluyla hizaya getirmek hem de iç kamuoyunda Suriye politikasının maliyetini örtbas etmek çabasında. Bu taktik kısa vadede başarılı olabilir elbette. Nitekim NATO hükümetin istediği “hava desteğine” olumlu yaklaşırken buna ayak direyen Yunanistan’a NATO içindeki güçler geri adım attırdı. Dün NATO’ya ve ABD’ye dediğini bırakmayan yandaşlar ise fabrika ayarlarına, Amerikancılığa rücu etti.
Kendini muhalif olarak tanımlayan birilerinin çoluk çocuk ölümle burun buruna gelen mülteciler üzerinden ırkçı yorumlar yapması Saray’a ve dolaylı biçimde savaş meraklılarına yarıyor. İktidara kızanlar dahi bu tavırlarıyla alenen sergilenen şantaj oyununu normalleştiriyor. Burada yükselen göçmen karşıtlığı Kapıkule’nin öte yanında da misliyle büyüyor. Böylece esas sorumlu olan emperyalizm ve emperyalist güçler arasındaki mücadeleden kendine ikbal umanlar koltuğunda oturmaya devam ediyor.
Savaş çığırtkanlığı kulakları sağır ederken geçinemediği için intihar edenler, kendini ateşe veren babalar, kangren hale gelen genç işsizliği, kış şartları altında çadıra, konteynere mahkûm edilen depremzedeler duyulmuyor. Muhalefet çığlığına kayıtsız kalanların sesi olamadığından milliyetçilik-mukaddesatçılık simsarlığı yapan birileri salonlarda cebe indirme hareketi eşliğinde gevrek gevrek gülebiliyor.
Ama unutmayalım; son gülen iyi güler…
Sadece zulme uğrayanın, saldırıya ve baskıya maruz kalanın, direnenin yüzündeki gülümseme devrimcidir. Çünkü inadın, teslim olmamanın, umudun ifadesidir. Hem yerel hem evrenseldir; hem umursamaz hem kararlıdır. Çoktur, çoğuldur, renklidir. Ama müstebidin çehresindeki gülümseme beton gibidir. Dümdüz, gri ve yalnızdır. Gözyaşının, baskının devam edeceğinin göstergesidir. Hangi yüzü seçtiğiniz nasıl bir hayat tercih ettiğinizin anahtarıdır. Ölümleri sıradanlaştıranların arkasında saf tutanlar ile yaşamak ve yaşatmak isteyenler arasındaki fark neye, neden, nasıl güldükleridir.