Yaklaşık 90 yıl önce bu zamanlarda Türkiye, nüfus mühendisliği bağlamında tarihinin en önemli yasalarından birini yapmakla meşguldü. İskân Kanunu olarak bilinen bu düzenleme, yeni rejimin nüfus, göç ve etnisite politikalarının arka planını anlamayı mümkün kılan en kapsamlı metindi ve 14 Haziran 1934’de parlamentoda kabul edilmişti. 1920’li yılların ortalarından başlayarak yeni devlet için nüfus mühendisliği öneren raporların hemen tamamı bu yasa ile adeta cisimleşmişti.

İskân, Cumhuriyetin Osmanlı devletinden devraldığı, geleneğe dönüşmüş bir mirastı. Osmanlı devleti fetihlerle ele geçirdiği topraklara, kendi sınırları içinden nüfus nakli yapmış; bu şekilde yeni coğrafyalara yerleşmesi de mümkün hale gelmişti. Bunun yanı sıra kendi içindeki farklı nüfus gruplarının naklini de bir politik mesele olarak belirlemiş; 1842 yılında kurulan Fırka-i Islahiye adında bir komisyon aracılığıyla 26 aşiretin iskânını sağlamıştı.

***

1877/1878 savaşını takip eden süreçte bir İskân-ı Muhacirun Komisyonu kuran Osmanlı devleti, daha sonra her vilayette birer İskân-ı Muhacirun Müdürlüğü kurup, bunları da İskân-ı Umumiye Müdürlüğüne bağlamıştı. Keza 1913’de Aşiretler ve Göçmenler Umum Müdürlüğü kurmuş ve başına da Cumhuriyetin İçişleri Bakanı olacak Şükrü Kaya’yı getirmişti. Osmanlının devletinin en yıkıcı iskân deneyimi ise 27 Mayıs 1915’de çıkardığı ve Ermenilerin kitlesel kırımıyla sonuçlanan Tehcir Kanunuydu.

Cumhuriyetin ilk iskân deneyimi mübadele idi ve o kadar büyük bir iskân hareketiydi ki bunun için bir bakanlık kurulmuş ve 1924’de 3 milyon 873 bin lira bütçe ayrılmıştı. Bir kıyas imkânı için aynı yıl bütün ülkede inşa edilecek “milli binalar” için ayrılan bütçe 5 milyon lira idi. Mübadele ile 600 bin dolayında kişi ülkeye getirilmiş; bir milyonun üzerinde Anadolulu Rum Yunanistan’a gönderilmişti.

Mübadeleden hemen sonra Cumhuriyet rejimi iskân işini dâhili bağlamda yeniden ele almıştı. Bu yeni politikada temel ayırıcı kriter Türklük idi. Bu dönemde Osmanlı dönemi iskân politikaları “Türk soyundan olup dışarıdan gelen ve Türkleşmeye katkı vereceklerle yeterince ilgilenmemiş olması, Türklüğün ve Türklerin ihmal edilmesi” gibi nedenlerle sert şekilde eleştirilmişti. Bu yeni politikaya uygun yasal düzenlemeler de arka arkaya çıkarılmıştı. Bu çerçevede 1925 yılında ‘675 sayılı Mahalli İskânlarını bilamezuniyet Tebdil Eyleyen muhacir ve Mültecilerle Aşair Hakkında Kanun’, 1926’da ‘İskân Yasası’, 10 Haziran 1927’de 1097 sayılı ‘Bazı Eşhasın Şark Menatıkından Garb Vilayetlerinde Nakillerine Dair Kanun’ ve yine 1927’de 1164 sayılı Umum Müfettişlik Yasası çıkarılmıştı.   

***

Kuşkusuz bu sürecin en kapsamlı yasal düzenlemesi 1934’de çıkarılan 2510 sayılı İskân Kanunu idi. Yasa tam manasıyla bir nüfus mühendisliği örneği olarak hazırlanmış ve ülkeyi dillere göre üç mıntıkaya ayırmıştı. Türkçe dışındaki dillerin alanını insansızlaştırmayı ya da Türk kültürlü nüfusla doldurmayı; bu çerçevede iki bölge arasında nüfus gruplarının transferini öngörmüştü. Aynı şekilde ülke dışından Türk/Müslüman nüfusu getirmeyi ve ilgili bölgelere yerleştirmeyi hedeflemişti. Bütün bunlar ülkede yeni bir demografik yapının inşası için milyonlarca insanın devlet eliyle yer değiştirmesi demekti. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya yasanın “tek dille konuşan, bir düşünen, aynı duyguyu taşıyan bir memleket yaratmayı amaçladığını” söylemişti. Basında ise bu yasa “Türk olmanın onur ve değerini bu topraklarda yaşayanların iliklerine kadar işletecek olan yerleşme kanunu” diye yer almıştı.

Tek dille konuşan ve diğer dillerin tasfiye edildiği bir memleket yaratmak için, yeni rejimin bu politikası ve olağanüstü enerjisi, hem fiziki hem de kültürel olarak bu ülkeye çok ağır bir maliyet ödetti. Milyonlarca insan yerinden, yurdundan oldu. Sonuçta ülkedeki nüfusun aynı dille iletişim kurması belki mümkün oldu ama diğer dillerin bir kısmı silindi, kalanların coğrafyaları değişti. Sadece Kürtçe ve Arapça ağırlıklarını korumaya devam etti. Şimdi bu ülke farklı dillerin önemini konuşuyor ama bu tarihsel tecrübeye dair eleştirel tek söz etmeden, hatta nüfus mühendisliğinin bir biçimi olarak Suriye sınırının öte yanına on binlerce konut yapıp, göçmen nüfusu taşıyarak ve yeni iskân adalarını yaratarak. Ne tuhaf!