Bu hafta sizlere bir kültürel etkinlik ekseninde köyümü anlatmaya çalışacağım. 

Oce ya da yeni adıyla Yeniyol, Doğu Karadeniz’de Ardeşen’in en doğuda Fındıklı sınırındaki kıyı köyü. Hemşin’in Çamlıtepe (Zuğa) köyünden yaklaşık dört yüz yıl önce göç eden beş aile tarafından kurulan tarım ve hayvancılıkla geçinen yoksul köy, geçen yüzyılın başında sıra dışı bir eğitim açılımı yaşıyor. 

Askerlikteki başarısı ile ya da “alaylı” olarak miralaylığa ve padişah yaverliğine yükselen Şevki Bey, 1904’te köyünde bir ilkokul açılmasını sağlıyorsa da savaş koşulları nedeniyle bu girişim kalıcılaşamıyor. Şevki Bey bunun üzerine “eşitlikçi” bir tutumla her aileden bir gencin İstanbul’daki çağdaş okullarda okumalarını ve öğretmen, mühendis, hukukçu, telgrafçı olmalarını sağlıyor. Böylece eğitimin önemi Oce halkının belleğine yerleşiyor. 

Oce İlkokulu 1942’de köylünün katkılarıyla yeniden açılıyor; o yıllarda ilkokulu bitiren yoksul köy çocuklarının gidebileceği tek okul ilk öğretmeni yetiştiren Beşikdüzü Köy Enstitüsü. 

KÖY ENSTİTÜSÜ EKİNİ 

Enstitü süreci, yüz haneli köyün yazgısını değiştiriyor. Önce, benim de aralarında bulunduğum on dolayında erkek öğrenci Beşikdüzü’nde beş yıllık bir eğitim alarak ilkokul öretmeni oluyor. Beşikdüzü’nün “kız öğretmen okulu” yapıldığı 1954 sonrasında yine on dolayında Oceli kız öğrenci Beşikdüzü’nü bitiriyor. O kadar ki, o sırada diğer öğretmenlerle birlikte ilkokul öğretmenliği Oce ile neredeyse “eşanlamlı” oluyor. 

Acımasız doğa koşullarında birlikte çalışan ya da imece ile iş gören ve bundan doğan “dayanışmayı” özümsemiş olan Oce halkı, Köy Enstitüsü eğitimi ile tarımsal üretim ilişkisinin somut bir adımı olarak 1957’de bir “Köy Kalkınma Kooperatifi kuruyor. Öğretmenlerin yönlendirmesiyle ilkokul sonrası okullaşma olağanüstü artıyor. Köy dışında çalışan Ocelilerin yaz tatillerini köylerinde geçirmesi ve emekli olunca ev yaptırarak köye yerleşmeleri bir kaynaşma yaratıyor. Oce kıyısı, kadın-erkek ayırımı olmadan kullanılan, dahası, il ve ilçe merkezinde çalışan devlet memurlarının ailece gidebildikleri plaj oluyor. 

Bu büyük birikim, sonunda, Oce Şenliğini getiriyor. Bundan tam 26 yıl önce, “Ağustos’un Durağı” kavramından esinlenilerek “Ağustos’un ilk Pazar gününü içeren” bir düzenleme ile Ocelilerin Balıklı Yaylasında yaptığı, geleneksel Orta Yaz Yayla Şenliklerinin Oce’de Şevki Bey İlkokulunun bahçesinde yaşama geçirilmesi başlıyor. 

Oce Şenliği, köyde ve dışarıda yaşayan tüm Ocelilerin, “hep beraber” eğlenmesi; özellikle çocukların ve gençlerin kaynaşması; bireysel olarak ya da topluca etkinliklere katılarak ve kendilerini kanıtlayarak “özgüven” kazanmaları; onların bedensel ve ruhsal gelişmelerinin yerel kültürle yoğrularak güçlenmesi özelliği taşıyor. 

Oce Şenliği “düşünme ile eğlenmenin”, Ocenin “tomurcukları” olan çocukların ve gençlerin yürüttüğü, insan hak ve özgürlüklerine, toplumsal sorunlara ve doğaya duyarlı birleşimidir. 

Yerel ile ulusal ve evrenseli bütünleştiren bir yaklaşımla, Şenlik, çocuk ve gençlik korolarının türküleri; Öce kızlarının çağdaş dans gösterileri; çocukların piyano, keman ve gitar konserleri, satranç, başta olmak üzere turnuvalar; köyde yaşayan kadınların dans gösterileri; yayla göçü; sübyan mektebinden Cumhuriyet’in okuluna geçiş temsilleri; yumurta, halat, bilgi yarışları, yerel sözcüklerin kullanılması, anıların anlatımı, en az üç gün boyunca ve iki bin dolayında tüm Ocelilerin, giderek, köyün imamının da etkin katılımıyla yapılıyor. 

Her yıl, o yılın toplumsal özellikleri eylemlere ve pankartlara yansır. Şarkıların eşlik ettiği eylemlerle giyim kuşamdan yaşam biçimine ilişkin tüm bağnazlıklara eleştirel bir gözle bakılır. 

Bu yılın pankartları şöyleydi: “Yeni Türkiye Yüzyılı Muazzam olacak” ile zamlar; “Deprem Sarsar, Cehalet Yıkar” ile yalın bir gerçek ve ayrıca, tamamıyla kendi özgün yaratıcılıkları ile ve koro eşliğinde “Cumhuriyetsiz bir toplum yarınsız bir gündür; Cumhuriyetsiz bir Oceli yarınsız Ocelidir; Aydınlığa giden tek yol Cumhuriyetten geçer; Cumhuriyeti siz kurdunuz, biz yaşatacağız, Oceli genç emanetine sahip çık, Cahilin yıktığını irfanla yapacağız; Her Oceli hür doğar hür yaşar; Fikirlerimiz idealimizdir, ölmezler” 

Saat 24 dolayında, “tulum ve yerel türküler” eşliğinde, elbette kadınlı erkekli, küçük-büyük demeden isteyenlerin el ele tutuştuğu, Dil Kurumu ne derse desin, bizim “horon vurma” dediğimiz saatler süren etkinlik başlıyor. 

Şenliği, gönüllülük üzerine çalışan bir komite düzenliyor. Bu yıl Komite Başkanı Mustafa Eren’di; üyeleri de, Ali, Ayberk, Doğancan, Ece, Eray, Erdinç, Ezgi ve Görkem. İlginçtir, Şenlikte dayanışma ve kardeşlik o kadar güçlü ki “soy ad” pek kullanılmıyor. Bu yılın sunucuları da Irmak ve Burakcan’dı. 

Şenliğin sonunda, çevre, yine imece yöntemiyle temizleniyor. İzleyen günlerde geniş katılımlı bir “değerlendirme” toplantısı yapılıyor ve gelecek yılın şenliğinin ilk adımları atılıyor. Eklemekte yarar var; Oceli silah bilmez; Şenliğin uzun yıllar sürdürülebilmesinin bir nedeni de her bakımdan “lekesizliğidir. “ 

Sonuç olarak, başta çocuklar ve gençler olmak üzere tüm Oce halkı boşuna köyünü “Oce’nnetim” diye sahiplenmiyor! 

En büyük yıkım nedir biliyor musunuz? Şenlik sonrasında o güzelim eğitimli gençlerin “işsizliğin” o acımasız duvarıyla karşı karşıya kalmaları. 

Oce Şenliği, süreklilik kazanan kültürüyle, dünü, bugüne ve yarına taşıyor.