25 Ekim gecesi Kredi ve Yurtlar Genel Müdürlüğü’ne (KYK) bağlı Güzelhisar Kız Öğrenci Yurdu’nda yaşanan facianın yankısı sürüyor. Yaşamları pamuk ipliğine bağlı öğrenciler, hem kaybettikleri arkadaşları Zeren Ertaş’ın hesabını sormak için hem de bu tür bir olayın bir daha yaşanmaması için ülkenin her yerinde KYK yurtlarında protestolar gerçekleştiriyor. Bu sırada birçok yurttan asansör arızası haberi gelmeye devam ediyor.

Öğrencilerin nitelikli kamusal barınma hakkı ve eğitim hakkı kesişimindeki bu mücadelesi bana göre bir dönüm noktası potansiyeli taşıyor. Öğrencilerin talep ve haklarının tesisine yönelik bir ihtimali barındırıyor. Tabii bunun için bu çabanın, öğrencilerin mücadelesinin eğitim kurumları, öğretmenler, sendikalar, odalar gibi tüm ilgili kamuoyunun ve toplumun da desteğini alması elzem.

Barınma sorunu, kentsel dönüşümün rantçı biçimde gerçekleşmesinin bir sonucu olarak uzun yıllardır süren bir sorun. Yakın geçmişte kiracılarla baş gösteren bir kriz unsuru olarak pandemi sonrası normalleşme sürecinde yeniden gündemimize girmişti. Normalleşme sürecinde özellikle de üniversitelerin bir açılıp bir kapanmasıyla öğrencilerin barınma sorununun gün yüzüne çıkmasıyla yeni bir boyut görünürlük kazanmıştı.

∗∗∗

Öğrenciler hem KYK borçlarından muzdaripti hem kiralardan. Milyonlarca öğrencinin KYK borcu vardı. Okurken bir yandan da borç ödemek için çalışmak zorundalardı. Binlerce öğrenci de icraya verilmişti. Borçların faizleri silindi ama kendileri duruyor. Öğrencilerin yaşam koşulları açısından ise pek bir şey değişmiş değil.

Normalleşme sürecine dönelim… Kısa süre içinde büyükşehirlerde ve üniversite kentlerinde barınma sorununa ilişkin talepler seslendirilmeye başlanmıştı. Bu itirazlarda üniversite öğrencileri başı çekiyordu çünkü kiracı olanlar da uygun fiyatlı ev bulamıyorlardı. Kamunun öğrencilerin barınmasını sağlayacak yeterli altyapısı ve herhangi bir kira düzenlemesi yoktu. Hâlâ da yok.

Kamu kaynakları barınmaya yönelik hizmetler üretmek yerine siyasal İslamın öğrenciler üzerindeki baskı aracı olarak işlev gören tarikat ve cemaat yurtları gibi yapılara aktarılmıştı. Binlerce üniversite öğrencisinin tarikat ve cemaat yurtlarındaki baskı ve zor ile niteliksiz yaşam koşulları arasına sıkıştırıldığı bu koşullarda her iki seçeneğin dışında kalan ve kiralık konut masraflarını karşılayamayan ailelerin çocukları eğitimden koparıldı.

Bu dönemde öğrencilerin barınma ihtiyacına yönelik talepleri kısıtlı bir sol kamuoyu hariç kimselerde karşılık bulmadı. Toplumsal karşılık bulmadığı gibi ve aslında tam da bu sebeple, itirazlar kamu otoritesini harekete geçirmeye yetmedi. Şikâyet hattı, hukuki yardım, arabuluculuk gibi faydasız önlemler geliştirildi, konut ihtiyacı bahanesiyle taşınmazlar elden çıkarıldı.

∗∗∗

Gelinen noktada barınma ve eğitim sorunları birbirine bağlı olarak büyümeyi sürdürüyor. Yurtların kapasitesi artırılıyor denilerek yaşam alanları gittikçe niteliksizleşiyor. Ulaşımı güç yerlere yapılan yurtlar nedeniyle öğrenim niteliksizleşiyor. Çatlak kolonlar arasında yaşayanlar, kurtlu yemekler dayatılanlar, açlıktan bayılanlar, elektriksiz bırakılanlar, yetersiz güvenlik sebebiyle özgürlüklerinden mahrum bırakılanlar, çalışmayan, duran, düşen asansörler gibi yurt hikâyelerini okuyoruz.

3 sene önce öğrencilerin dillendirdiği sorun herkesin, hepimizin sorunuydu. Bugün de öyle. Toplumsaldı ve çözümü de toplumsal faydacı, kamucu bir nitelik barındırmalıydı. Nitekim üzerinden zaman geçtikçe etkilemediği kimse kalmadı. 6 Şubat depremiyle acı bir şekilde yeniden gündemimize giren niteliksiz, dayanıksız, denetimsiz inşaat ve konut sorunu yaşamlarımızın merkezine oturdu. Gelinen noktada çözüm sermayenin ekmeğini nasıl yiyeceği hesap edilmiş olarak önümüze servis ediliyor. Her ne hikmetse hiçbir seferinde de yukarıdaki herhangi bir ihtiyaca tekabül etmiyor. Kamucu niteliğini kaybetmiş bir otoritenin çözüm önerileri rantın ötesine geçemiyor. Ve o rant öğrencilerin, yoksulların, niteliksiz konutlarda yaşamak zorunda olan milyonlarcamızın yaşam koşullarını niteliksizleştiriyor, hayatına mal oluyor.