Bugün açlık grevlerinde 64. gün. Bir tarafın canıyla girdiği pazarlıkta diğer taraf pişkinliğini ve zorbalığını masaya koyuyor. Biri "blöf, şantaj şov" diyor diğeri "aman telef olmasalar bari" diye saçmalıyor, bir başkası "işi tadında bıraksalar bari" diye bu işi bir şaka düzeyine indirgiyor. Keşke bugün bitmiş olsa, mesele ben şu yazıyı yazarken, ya da bu yazı yayınlandıktan sonra. Keşke canlarıyla dahi bu pişkinliğe bu iktidar hırsına bir şey anlatamayacaklarını anlasalar. Umarım bu yazı yayınlandığında yani bana göre yarın, size göre bugün açlık grevleri bitmiş, bu yazı boşluğa düşmüş olur. Bu haftaki Köşe Vuruşu'nda açlık grevinde olanların nasıl bir gündemin ortasında, canlarını ortaya koyarak seslerini duyurabilme savaşına girdiklerini anlatmak istiyorum.
 
İDAMI GETİRİN, BU İŞİ BİTİRİN
Dünkü Sabah gazetesinin manşeti sanki her şeyin özetiydi. 'İdamı getirin, işi bitirin' manşetiyle Başbakan Erdoğan'ın idam çıkışının takipçisi olmuştu Sabah gazetesi. Güya düşen helikopterde oğlunu kaybeden acılı bir annenin ağzından atmışlardı manşeti ama niyetleri belliydi. O kadının acısını siyasetlerine malzeme ediyorlardı. Üstelik bunu 30 yıldır sürüp giden bu savaşın -kaza da olsa- kurbanı olan 17 insanın ardından yapıyorlardı. Sanki idam gelse, her şey daha iyiye gidecekmiş gibi bir ilüzyon yaratmaktan zerrece utanmıyorlardı. Öyle bir günde; "idamı getirin olsun, bitsin" diye gündem değiştirmek ve her şeyi berbat etmekten başka hiçbir işe yaramayacak bir tartışmanın arkasında duruyorlardı.  Yüzlerce insan 64 gündür idama bile gerek kalmadan canlarını ortaya koyarken, birkaç kişiyi idam ederek bu işi çözeceklerine inanmışlardı. Birileri ben bu talepler için canımı ortaya koydum derken, diğerleri insanın hayatına son veren bir cezanın tartışmasıydı.
 
PEKİ AÇLIK GREVLERİ KİMİN UMRUNDA?
Dün itibariyle açlık grevlerini ön sayfadan gören Akşam, BirGün, Cumhuriyet, Milliyet ve Taraf gazeteleri oldu. Açlık grevini sık sık ön sayfasında görmeye çalışan Radikal'i de sayarsak 6 gazete. Açlık grevlerinin bu en kritik evresinde ilgi bu düzeyde. Nedense yaşıyorken kimsenin umrunda değiller. Tıpkı "şehit" olana kadar kimsenin umrunda olmayan askerler gibi. Çünkü her iki taraftan da ölen çocuklara yaşıyorsan önem verilse, medyasından siyasetçisine kadar herkes çözümün tarafında olur ama öyle değil, herkes sonuna kadar kendi çıkarlarının peşinde.

BAŞKAN BABAMIZ ÇÖZER
İnsanların adım adım ölüme yaklaştığı bir ortamda diğer popüler konu başkanlık sistemi tartışması. Öyle görünüyor ki, önümüzdeki günlerde bu tartışma çok daha fazla ön planda olacak. Şimdilik köşe yazarları düzeyinde sürüyor tartışma. Mesela Star gazetesinde Fehmi Koru, Başbakan Erdoğan'ın başkanlık sistemini kendisi için istemediğini ikna etmeye çalışıyor ahaliyi. 2023 vizyonunu, Başbakan Erdoğan'ın görev aşkını ortaya koyuyor. Kendisi için güçlü Türkiye için istiyor diye izah getiriyor. Sanıyorum bir süre de tüm sorunlar böyle ötelenecek; Erdoğan Başkan olsun da o zaman halleder demeye başlayacaklar, tıpkı referandumdaki gibi yani; izleyip göreceğiz. 

ÖLÜ CANLARIN DEĞERİ
Gördüğünüz üzere bugünlerde medyanın gündeminde açlık grevleri yok. İdam var, başkanlık sistemi var geçen hafta bu köşede yazdığımız üzere ekonominin iyiye gitmesi var. Tüm bunlar Gogol'un Ölü Canlar romanını hatırlatıyor. Hatırlayacak olursanız Ölü Canlar romanının meşhur anti-kahramanı Chichikov,  toprak sahiplerinden ölmüş olan serflerinin belgelerini satın alarak kendisini çok sayıda "can" sahibi zengin bir kişi olarak tanıtıyor ve böylelikle saygın bir isim ve güç sahibi oluyordu. Tıpkı medyamız ya da siyasetimiz gibi. Her iki taraftan çocukların, gençlerin nasıl ölümün kıyısında yaşadıklarını ölene kadar umursamaz, ama öldükten sonra kıymete bindirirler. Kimi "şehit" cenazelerinden medet umar, kimi idam siyasetinden. Gogol o romanda "ölü canlar" diyerek aslında belgeleri alıp satılan ölüleri değil, onları alıp satanları kasteder. Bugünlerde gazete okudukça aklıma geliyor bu; acaba medyamız ne kadar canlı?