Küresel eşitsizlik, politik ekonomi ve ekolojik ekonomi konularında çalışan profesör Jason Hickle, geçtiğimiz haftalarda paylaştığı “Küresel Güney, radikal iklim eylemini zorlama gücüne sahip” başlıklı yazısında Küresel Kuzey ile Küresel Güney'in iklim krizi ve ekolojik yıkımdan aynı derecede sorumlu olmadığını hatırlatıyordu. Hickel, bu yazısında farkına varılması gereken en önemli şeyin, “Batılı ekonomilerin ve ekonomilerindeki büyümenin tamamen Güney'den gelen emeğe ve kaynaklara bağlı” olduğunu söylüyordu.

***

Yine Hickle’ın da katılımıyla yürütülen ve 160 ülkenin 1970-2017 arasındaki doğal kaynak kullanımını değerlendiren bir çalışmaya göre, dünya nüfusunun yüzde 16’sını oluşturan yüksek gelirli ülkeler ekolojik yıkımın yüzde 74’ünden sorumlu. Aşırı kaynak kullanımında başı yüzde 27 ile ABD ve yüzde 25 ile AB ülkeleri çekerken Küresel Güney olarak bilinen Afrika, Latin Amerika, Asya ve Orta Doğu’daki daha yoksul ülkelerin sorumluluğu yüzde 8. Dahası bu zengin ülkelerdeki aşırı tüketimin yüzde 50'sinden fazlası, Küresel Güney'deki yoksul ülkelerden tahsis ediliyor.

Yani zengin ülkeler bir yanıyla yoksul ülkelerin maddi kaynaklarını tüketirken bir yandan da Küresel Güney’in yoksul ülkelerini sıcak hava dalgaları, kuraklıklar, seller, kıtlık ve yerinden edilmeler gibi krizin yüküyle baş başa bırakıyor. Son günlerde gündemde artan şekilde yer edinen Sao Paulo gemisi süreci de bu sömürü düzeninin ülkemize yansımalarının farklı boyutlarını gösteren bir nitelik taşıyor.

***

Yaklaşık 60 yıl önce Fransa’da imal edilen ve en son Brezilya donanmasında kullanıldıktan sonra hurdaya çıkarılan uçak gemisi, söküm için SÖK Denizcilik şirketi tarafından satın alınmıştı. Aliağa’da sökülmesi planlanan gemi geçtiğimiz günlerde Rio Limanı’ndan yola çıktı. Tonlarca zehirli atık taşıyan gemiye karşı toplumsal muhalefet neredeyse tüm unsurlarıyla itiraz ediyor. Sağlıkçılar, mühendisler, ekolojistler, siyasi partiler, akademisyenler, uzmanlar… farklı kanallardan bir toplumsal karşı duruş sergileniyor. Bu itirazlar bir yanıyla neoliberal çürümenin farklı boyutlarını ifşa ediyor. Diğer yanıyla da çürümeyle iç içe geçen krizler silsilesinden çıkışın olmazsa olmaz unsurlarına ilişkin sol bir çıkış programı geliştirmenin gerekliliğini düşmemize zemin oluşturuyor.

***

“Ölüm gemisi” olarak anılan Sao Paulo, neoliberal kapitalizmin, yozlaşmış yerel ve küresel politikaların toplumu, geleceği, dünyayı nasıl bir riske attığının resmini oluşturuyor. Geminin ülkeye girmesine karşı çıkılmasının temel sebebi içinde tonlarca asbest gibi kimyasallar olması. Asbestin yanı sıra, zehirli gazlar, civa, kurşun, kadmiyum, arsenik, krom, nikel, mangan, çinko, demir gibi çeşitli ağır metaller ile tonlarca çeşitli toksik kimyasal madde bulunuyor. Bunca toksik maddenin denetimsiz bir biçimde ülkemize sokulmak istenmesiyle, ulusal ve uluslararası hukukun ihlal edilmesi, işçi sağlığı ve güvenliği riski, kanser, sinir sistemi hastalıkları gibi daha birçok halk sağlığı sorununa kapı aralıyor.

***

Dahası, geminin ihracatı için Sök Denizcilik’in edindiği Tehlikeli Maddeler Envanteri‘nin geminin en fazla yüzde 12’sinin tespite tabi olduğu bir metotla yapılması ortaya çıkacak tahribatı öngörülemez kılıyor. Gerek söküm işlemini gerçekleştirecek işçilerde gerekse de söküm yapılacak bölgeye bir felaket getireceği şüphesiz olan bu toksik geminin ülkeye girmesine yönelik direniş de bir o kadar çeşitlilik gösteriyor. Bu anlamda işçilerin sağlıklı ve güvenli çalışma hakkının, doğal müştereklerimizin, demokratik, hukuksal, anayasal her türlü hakkımızın gaspına dayanan bu söküm sürecine karşı yükselen itirazın kazanımla sonuçlanması; ölüm gemisinin ülkemize girmesini engellemek önemli bir görev ve toplumsal sorumluluk olarak karşımızda duruyor.