Önümüzde üç seçenek var

Uzun yıllardır sermaye sisteminin krizi içerisindeyiz. Pandemi bu krizi daha da büyüttü. Bu kriz dünyada kendisine popülist özellikler gösteren sağ ve sol isimler ortaya çıkardı. Halkanın sağında aslında neofaşist demek gereken Trump, Modi gibi isimler gördük. Trump’ın yenilgisi de bu yüzden bir başka döneme mi geçiş olarak düşünüldü. Bugün için önümüzde üç seçenek var, neoliberalizmin tekrardan tamiri, neofaşizm ve 21. yüzyıl sosyalizmi. Neofaşizmi de sadece isim olarak düşünmemek gerek, tabanı da olan bir tehdit.


Restorasyon burada olabilecek en gerici liberal dönüşüme işaret ediyor. Türkiye’deki kriz de dünyadaki dönüşümden bağımsız gelişmedi. Türkiye’deki siyasal kriz de toplumsal buhrana dönüşme imkânı taşıyor. Türkiye’deki mevcut rejim krizi temsili rejim içerisinden çıktı. 12 Eylül Anayasası’nın getirdiği temsiliyet rejiminin yönetilme tercihinin sonucudur. Saray rejiminin kurulmasının arkasındaki tartışma 12 Eylül’den beri yapılan bir tartışmaydı. 7 Haziran sonrası krizden sonra Türkiye’deki egemenlerin ciddi bir kısmı böyle bir dönüşümde mutabık kaldı. Neoliberal krizin tahribatını yönetebilme, kaynak aktarımını sorunsuz halletme ve emek rejimini yönetebilmek için böyle bir rejim ekonomi politiği kurmak zorundalardı. Bunun yürütülemediğini görüyoruz bugün. Bunun yolu başka alanlardaki düzenlemelerden geçiyordu; siyasi partiler kanunu, yeni anayasa vs. Fakat bunlar geride kalan 5 yılda gerçekleşemedi. En somut örneklerden biri önümüzdeki seçim yasası konusunda bile mevcut iktidar hemfikir olamadı.

Önümüzdeki seçimde Saray rejimi bir daha kazanırsa bu rejim kendisine dair yeni bir anayasayla bu rejime istediği şekli verecektir. Saray rejimi tamamlanacaktır. Saray rejimi diye tarif edilen rejimin krizi rejimin mimarisinde saklı. Bütün devlet bürokrasisi üzerinde bir Saray bürokrasisi kurup burada kaynak dağıtımı yapan, aynı zamanda kritik kararların kararnamelerle gerçekleştirilip bu bürokratik sistemle yürütüldüğü bir sistem. Bakanlık bürokrasileri ikincil bir duruma gelmiş durumda. Asıl bürokrasi Saray’a sıkışmış. Bu bir çeşit ikili yapı anlamına geliyor. Bu rejim aynı zamanda kendi varlığını, Saray içi mücadeleleri kurma üzerine kurmuş durumda. Katları bu kliklerin beklentisine göre dağıtıyor ancak pasta küçüldükçe katlar daralıyor mücadele büyüyor. SETA, Soylu, Peker gibi sorunların çok ciddi bir kısmı bunun kavgasıdır. Sebebi de Saray rejiminin her tarafı tatmin edebilecek bir paylaşımı becerememesi. Dolayısıyla Saray rejimi krizi bir devlet krizi haline gelmiş durumda. Bugün devlet üzerinde nüfus sahibi olanlar sadece siyasiler değil aynı zamanda cemaatler, tarikatlar, vs.

Bu Saray fraksiyonlarının birbirlerinin bileğini bükmek için çok kolay provokasyona toplumsal fay hatlarına oynamaya hazır olduğunu da görüyoruz. Bu kriz eğer ekonomi rayında gitse yönetilebilirdi. Bugün iktidarın ciddi bir oy kaybı varsa sebebi krizin halk kesimlerini çok geniş şekilde yatay kesmesidir. Dolayısıyla daha önce görmezden gelinebilen birçok mesele bugün halkın gündemindedir. Her krizde Saray’ın etrafındaki bir kesim zenginleşiyor, halkın gerisi daha çok yoksullaşıyor. Bu kriz hem devlet içi çatışmaları derinleştiriyor hem de toplumsal rızayı üretemiyor. Zor gücü daha fazla devreye giriyor.
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki rejim krizi bir devlet krizine dönüşmüş durumdadır. Dolayısıyla dünyada olduğu gibi Türkiye’de de aynı üç seçenek mevcuttur:

İlki açık faşizme geçiştir. Seçimden ne çıkarsa çıksın bu seçenek var ve ciddiye almak gerekiyor. 20 yıldır devlet içerisine ciddi şekilde yerleşmiş ve kendi bekasını ülkenin geleceğinin önünde tutan bir siyasi iktidarla karşı karşıyayız.

İkincisi tutucu restorasyondur.

Üçüncüsü ise toplumsal muhalefetin, iki güce de birine seni uzaklaştıracağız, diğerine de dikensiz gül bahçesi vaat etmiyoruz diyebilecek bir şekilde yükselmesi.

Açık faşizme gitme meselesine dair birkaç not düşmek istiyorum. Sistem içi mevcut iktidar blokunun hayatta kalabilmek için yaptığı hamlelerin hepsi kısa sürede miadını doldurdu. En son dolar üzerinden yapılan hamlenin de çok beklendiği gibi bir sonuç doğuramadığı ortada. Yeni anayasa halkın önüne atılmıştı konuşulsun diye bugün unutuldu. Diğer yandan fezlekeler, HDP’yi kapatma bunların da hiçbiri istediği sonucu doğuramadı. İktidar psikolojik üstünlüğü kaybetme eğilimini fark ederse Türkiye OHAL içerisinde seçime gidebilir. Bu risk ortadadır. Buna karşın henüz muhalefetin deklare edilmiş bir çözümü yoktur.

İkinci seçenek, merkez siyaseti tekrar ayaklandırma meselesi, çok ciddi risklerle karşı karşıya bir süreç. Diyelim ki seçim zaferle sonuçlandı Millet İttifakı cumhurbaşkanlığını aldı. O durumda bile parlamenter sisteme dönüş çok kolay olmayacak. Üstelik mevcut muhalefet bugüne kadar yan yana durmayı görece başarmış olsa da bu mesele sürekli bir sağcılaşma momentiyle birlikte yürüyor. Küçük ortakları kitle desteklerinin çok ötesinde düzen muhalefeti üzerinde bir güce erişmiş durumdalar. Toplumsal muhalefete bariyer olabildiği gibi hiç istemediğimiz gerici tutucu başka ajandaların gündeme gelmesine sebep olabilir.

Çıkış nerede? Burada birkaç noktanın altını çizmek gerekiyor. Bunlardan bir tanesi; OHAL ile seçime girişe karşı nasıl bir hazırlık yapılabilir diye düşünmek. Vekil pazarlıkları yerine bu seçim 7 Haziran-1 Kasım sürecine tekrar nasıl dönmez diye düşünmek gerek. Sadece sandık korumaya, sandığa girenin çıkanın aynı olmasıyla yetinmeyen bir siyasal stratejinin belirlenmesi önemlidir. Mühürsüz zarf meselesinden sonra sokakta sosyalistlerden başka kimse yoktu. Diğer örneğimizde atı alan Üsküdar’ı geçmişti, muhalefetin adayı ortada yoktu.

Kim ne yapacak meselesi ise daha önemli. Kılıçdaroğlu dostlarıyla yapacakmış. Biz kimle yapacağızdan önce nasıl yapacağız, meselesi önümüzde duruyor. Seçim sathı mahalline girilmiştir, yarın seçim varmış gibi çalışmak gerekir. Aday belirlemek ittifak tartışması yapmak değil, sokakta olmak mahalle mahalle işyeri işyeri gezmek gerekir. CHP tarikat meselesinde sessiz kaldı. Pandemide mağdur olan halk konusunda sessiz kaldı. Dolayısıyla neoliberalizmin ve gericiliğin mağduru olan halkı muhalefet temsil etmiyor, sol temsil ediyor.

Seçime gelince, bir pakt durumu var. Çok ciddi bir kesim kararsız durumunda, bunlar Cumhur İttifakı içerisinde. Bir de hangi vaat ile oy vereceği belli olmayan bir kesim var. Millet İttifakı kararsızları kendisine çekmenin yolu mümkün olduğu kadar endişeli muhafazakârların endişesini ortadan kaldırmak diyor. Buradaki hata ne? Mevcut kararsız toplamın ciddi kısmı kentli genç seçmen. İlaveten iktidardan elini çekmiş bir seçmen. Bu ikinci kısmı, iktidarın ciddi bir güç gösterisinde tekrardan iktidar cephesine yönelebilir. Bunu başörtü vs. gibi konularla ikna ederek çekmenin yolu yok.

SOL Parti tartışmalarında öne çıkan antiemperyalizm, kamuculuk, demokrasi başlıklarını, bugünün sorunlarıyla uygun bir dille geliştirecek program tamamlanıyor. Bu programı toplumsallaştırıp ev ev gezdirmek gerekiyor. Biz ne karamsar olmalıyız ne de “geliyor gelmekte olan” iyimserliğinde olmalıyız. Eğer Türkiye yüz yıllık bir kapışmaya gidiyorsa, bunun çiçek böcek geçmeyeceğini tahmin edip buna göre bir hazırlık içerisinde olmalıyız.