Cuma günü Sina Koloğlu’nun Facebook iletisiyle haber aldım. “Amcam Orhan Koloğlu’nu kaybettik” diyor ve ekliyordu “Dolu dolu yaşadı… Son dakikaya kadar çalıştı. 90’a girerken 90. kitabını yazdı.” Orhan Koloğlu özellikle basın tarihine ilgisi olanlar için eşsiz bir kaynaktı. Basın tarihiyle ilgili Türkçedeki en temel eserleri vermesine rağmen hâlâ yaşıyor olmasını hep bir şans olarak görürdüm. 5 yıl önce yayımlanan kitabımda da (Saraydan Saraya Türkiye’de Gazetecilik Masalı, Can Yayınları, 2015) Koloğlu’nun eserlerinden bolca faydalanmıştım. Hatta kitabımın temel derdi onun çalışmalarına dayanıyordu. “Basın baştan kokar” diye tanımladığım dert, Türkiye’de gazeteciliğin doğuş biçimindeki sakatlık ve bunun yarattığı geleneğin açmazlarıydı.
Bu haftaki Köşe Vuruşu’da, Orhan Koloğlu’nu uğurlarken onun çalışmalarından ilhamla bugüne bakmak istiyorum:

İLK GAZETE HANGİSİYDİ?

Benim kuşağıma Osmanlı topraklarında yayımlanan ilk Türkçe gazetenin 1831 yılında çıkan Takvimi Vakayi olduğu öğretildi. Hatta bunun çoktan seçmeli sınavlarda soru olarak geldiğini bile hatırlıyorum. Ancak Orhan Koloğlu’nun çalışmalarıyla aslında Osmanlı topraklarında çıkan ilk Türkçe gazetenin Vakayii Mısriye olduğu kabul edildi. O zamanlar Osmanlı toprağı olan Mısır’da Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın girişimiyle çıkan Vakayii Mısriye, Takvimi Vakayi’den üç yıl önce 1828’de yayımlanmaya başlamıştı. Kimi tarihçilere göre kitlesel niteliği nedeniyle hâlâ Takvimi Vakayi ilk gazete kabul ediliyor. Çünkü Vakayii Mısriye biraz daha yerel nitelikli bir yayın organı. Yine de gazete anlamında bir ilkten söz edilecekse onun adı Koloğlu’nun ortaya koyduğu üzere Vakayii Mısriye.

İKİ İLKİN ORTAK NOKTASI

İlk gazetemiz ister Takvimi Vakayi ister Vakayii Mısriye olsun değişmeyen bir gerçek var. Her iki gazete de devlet otoritesi eliyle çıkıyor. Çıkaranlar da haliyle devlet memurları. Yani gazeteciliğin başlangıcında bağımsızlıktan söz etmek mümkün değil. Orhan Koloğlu İlk Gazete, İlk Polemik (Kaynak Yayınları, 2012) kitabında Doğu ve Batı toplumlarında basının rolünü kıyaslıyor ve buna da değiniyor ve diyor ki Doğu’da basın: “Üst yönetimin mali desteği olmadıkça yaşamayacak güçtedir; Batı’da ise daha başlangıcında özel girişim ve sermaye yaratmıştır.” Dahası, Osmanlı’da gazetenin ilk çıktığı dönemde zaten yaygın bir okuma kültürü olmadığı için eli kalem tutan herkes Saray’da görevli. Yani ilk gazete özel bile olsa orada yazanlar ve okuyacak olanlar da bir biçimde Saray’la ilintili olacak.

DEĞİŞMEYEN ŞEYLER

Orhan Koloğlu’nun basın tarihimizin ilklerine baktığı çalışmalarında hep değişmeyen şeyler görüyoruz. ‘İlk Gazete İlk Polemik’ kitabını kapatırken basın Doğu’da “Kapalı toplumun aracı oldu, yönetime karşı dirençlerin yumuşatılması için kullanılacak araç yapılmaya çalışıldı” yazıyor örneğin. Bugün yaygın medyanın durumuna baktığımızda Koloğlu’nun basın tarihimizin ilk yılları için söylediğinden çok farklı bir tablo yok. Hatta basının ilk yılları için yazdığı “Ucuza mal edilemedi. Abone parasını toplayabilen gazete görülemedi” cümlesiyle bugünün okuruna bile konuşuyor. Çünkü bugün ilk gazeteden 192 yıl sonra, hâlâ aynı abone sorununu konuşuyoruz. Henüz dijitalde bile sadece abone gelirleriyle kendini döndüren bir basın kuruluşumuz yok. Oysa Batı’da yavaş yavaş internetten sonra yaşanan ilk şok atlatılıyor ve dijital abonelik gelirleriyle kârlılık sağlayan gazeteler artıyor.

‘İYİ Kİ YAŞADI’

Bir klişe olarak “Tarihçinin görevi geçmişe bakarak bugüne ayna tutmaktır” cümlesi söylenegelir. Orhan Koloğlu, bunu basın tarihimiz için en iyi yapan isimlerin başında geliyordu. Basın tarihimizin ilk yıllarına bakarak “Üst yönetimin düşünceleri kitleye aktarıldı. Böylece hazır elbiseci, yukarıdan reform sisteminin aracı oldu” derken, kuşkusuz bugün ve gelecekte öyle olmaması için yazıyordu. Gelin görün ki internetin ve sosyal medyanın çağında hâlâ benzer şeyleri tartışıyoruz. Haftalardır, hepimizi eve tıkan salgın sürecinde Sağlık Bakanı’na dahi sorulamayan sorulardan söz ediyoruz örneğin. Hatta soru sormak yerine bir ‘gazeteci’ çıkıp meslektaşlarını şikâyet edebiliyor. Elbette istisnalar yine var ve kaideyi bozmak için daha çok çalışıyor. Ancak onların 192 yıl sonra hâlâ istisna olması, birçok değerli tarihçiyle birlikte Orhan Koloğlu’ndan da alamadığımız derslerin bir sonucu. Orhan Koloğlu’nu, “İyi ki yaşadı” diyerek, saygı ve minnetle uğurluyorum.