Geçtiğimiz haftayı örgütlenme tartışmasını sürdürme motivasyonuyla kapatmıştım ancak kimi gelişmeler bir ara vermeyi gerekli kıldı. Kastettiğim “gelişme” hükümetin 2024-2026 dönemine ilişkin enflasyon, istihdam, büyüme gibi temel makro ekonomik hedeflerinin yer aldığı Orta Vadeli Program (OVP). Nitekim OVP’nin kayda değer bir eksenini Rusya-Ukrayna savaşı ile bağlantılı bir biçimde ele alınan enerji ve gıda krizleri oluşturuyor. Buna karşın Program’a bakan birçok kişi tarıma dair söylenenleri irdelemeye değer görmediğini ifade ediyor. Haksız da sayılmazlar. Böylesi kritik ele alınan bir soruna karşın elle tutulur, gerçek manada çözüm hedefleyen bir öneri yok. Onun yerine zaten söylenegelenin tekrarı var.

OVP’ye yönelik itirazların büyük bir çoğunluğunu faturanın halka kesiliyor olmasınaydı. Tarım ve gıda konusunda da farklı bir şey görmüyoruz. Tarım ve gıdaya ilişkin politika ve önerilerin istisnasız her biri doğrudan sermaye lehine bir çözüm anlayışına dayanıyor ama örneğin ülkenin bu günlerdeki en önemli sorunlarına, açlığa, çocukların beslenmesine ilişkin hiçbir çare üretemiyor.

Programın 2022 yılında “tarım sektörü” hariç tüm sektörlerde istihdamın arttığını söylemesi ve “tarım sektörünün iktisadi büyümeye katkısı”nın sınırlı kaldığını ifade etmesi bir itiraf olarak ele alınsa da bu “başarısızlığın” arka planı olarak hiç de sorumluluk alan bir yaklaşım görmüyoruz. Gıda enflasyonu kur geçişkenliği, Rusya-Ukrayna savaşı/tedarik sorunları ve yaptırımlar, tahıl koridorundaki belirsizlik ve iklim değişikliği kaynaklı gelişmelerle ilişkilendirilerek “küresel risklere” eşdeğer ele alınarak dışsallaştırılıyor. Ardından da çelişkili bir biçimde “tedarik zincirlerinin normalleşmesiyle birlikte” çoğu ülkede manşet enflasyonun hızlı bir şekilde düştüğü ifade ediliyor. Fakat tüm bunlar Türkiye’deki durumu hiç de yansıtmıyor.

∗∗∗

OVP ile aynı günlerde yayınlanan Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Gıda Fiyat Endeksi’ne göre Ağustos ayında küresel gıda fiyatları son iki yılın en düşük seviyesine indi. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre ise gıda fiyatları Ağustos 2020’den bu yana 36 aydır aralıksız artıyor. Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) gıda enflasyonun yıllık yüzde 72,86, aylık yüzde 8,48 olarak gerçekleştiğini ifade ediyor. Bu tabloyu inkar eden hiç bir politika ve önerinin tarım-gıda sorununa ilişkin çözüm geliştirmesi mümkün olamaz. Tüm bunlarda savaş, tedarik sorunları, kuraklık her şey sorumlu da, 21 yıllık iktidarın hiç mi payı yok yani?

Programın tarım-gıdaya ilişkin önerilerine baktığımızda ise büyük oranda sömürü kanunu olarak nitelediğimiz değişikliklere uyumlu politika ve öneriler görüyoruz. Üretim izinleri, üretim planlaması, arazilerin “etkin kullanımı için zorlayıcı ve özendirici düzenlemeler” gibi adımlar, kanundan da bildiğimiz gibi cezai bir süreçle el ele sözleşmeli üretimi, endüstriyel üretimi, şirket tarımını yaygınlaştırma amacı güdüyor.

Kent tarımının desteklenmesi ve lojistik maliyetlerin azaltılması gibi politikalarla birlikte tüm bunlar büyüme hedeflerinin bir parçası olarak ele alınmış. Afet Yönetimi altında gıda enflasyonun en önemli sebeplerinden biri olarak ifade edilen kuraklık için eğitim, kapasite geliştirme vb zerre olumlu etkisi olmayacak bir dizi öneri yer alıyor. Yeşil Dönüşüm başlığı da icraatlerine tamamiyle tezatlar içerdiği gibi yeni çözümleri de teknolojik gelişime bağlayarak adeta vadesizleştiriyor.

∗∗∗

Tüm bunlar tartışılırken gerçekte AKP bürokratları gıda krizini derinleştirmeyi sürdürüyor. Gıda enflasyonunun rekor düzeyde arttığı bir dönemde anaokulu öğrencilerine verilen yemekler ise deprem bölgesi hariç kaldırdı. Asgari ücretin açlık sınırının oldukça altında kaldığı bir gerçeklikte bu tür kararlar alınırken Sağlık Bakanı da çıkıp çocukların 3 ana 2 ara öğün ile beslenmesini salık vermekle yetiniyor.

Bilindiği gibi tarım-gıdaya ilişkin güncel sorun bundan ibaret de değil. Milyonlarca çiftçi borçlu, üretimden el çekiyor, tarım arazileri sanayiye açılıyor ve dahası... Tüm bunlar ortadayken, günün sorunları dağ gibi büyürken OVP ise çözümsüzlük dayatıyor.