Özgürlük? Yok!

Azadi? Tunne!

Tahrir? Mefi!

Ama özgürlükçülüğün bir diğer anlamı yani Amerikancası da liberalizm ve bilhassa neo-liberalizm.

Öyleyse liberalizm? Var, var, elbette var!

Peki ya hürriyet? Belki! Çünkü “hürriyet” kelimesi, hayır Arapça değil Osmanlıca, yani bir nevi uydurma bir kelime... Şimdi de neo-Osmanlıca anlamıyla revaçta...

Ve bu yüzden olsa olsa sermayenin teşebbüs hürriyeti, din hürriyeti ve (bu ikisini savunan) “fikir” hürriyeti olabilir.

Bunu nereden mi biliyorum? Tayyip Erdoğan’dan değil, onun asıl şeceresinin dayandığı kaynaktan, Amerikan Başkanlarından Truman’ın tarihsel beyanlarından biliyorum.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında işbaşına gelen Truman kendinden önceki başkan Roosevelt’in yumuşak politikası yerine Sovyetler Birliği’ne karşı sert bir politika izlenmesinin savunucusuydu. 12 Mart 1947’de kongreye bir rapor sundu. “Truman doktrini” diye tarihe geçen bu yeni siyaset, Avrupa’da Amerikan angajmanının, dolayısıyla Atlantik Paktı’nın (NATO’nun) ilk adımını teşkil ediyor ve soğuk savaşın oluşmasında önemli unsurlardan biri oluyordu. “Gladio” yani kontrgerilla filan da böyle başladı!

Asıl önemli olan bu doktrinin ilanından bir hafta önce Truman’ın Baylor Üniversitesi’nde yaptığı konuşmaydı:

“Bu günlerde dünya, enerjisini ve düşüncesini barış ve hürriyet hedeflerine harcıyor. Bu hedefler tamamen üçüncü bir hedefe bağlıdır; dünya ticaretinin yeniden kurulması. Gerçekte her üçü de barış, hürriyet, dünya ticareti birbirinden ayrılamazlar. Geçmişin büyük dersleri bunu ispat etmiştir... Amerikalıların barıştan da daha çok değer verdikleri bir şey vardır. O da hürriyettir. İnanç hürriyeti, düşünce hürriyeti, teşebbüs hürriyeti. Bu hürriyetlerden ilk ikisinin, üçüncüye bağlı olduğu bir gerçektir.”

Yani? Amerika’nın ünlü “Hür Dünya”sında, sermayenin teşebbüs hürriyeti, inanç (din) ve fikir hürriyetini kendisine tabi kılan ilk maddeydi. Benzer sözleri sonraki bütün Amerikan başkanları tekrarladılar; son olarak Bush ve en son Obama...

Evet, her şeyden önce sermayenin hürriyeti! Bu sloganı, kelimesi kelimesine Menderes, Demirel, Özal tekrar edecekti. Ve günümüzde de elbette Recep Tayyip Erdoğan...

“Arap baharı”, “Kürt açılımı” dedikleri de işte böyle çakma bir hürriyet anlayışına dayandırılmak istenmiyor mu? Zoraki “demokrasi” ile çakma hürriyet ve sahici neo-liberalizm!

Ve bu sömürge tipi demokrasinin kaynağı da elbette yine ABD’ydi. ABD’nin MGK’sının 24 Nisan 1952 tarihini taşıyan bir çalışmasında, Ortadoğu’ya ilişkin şu tespitler vardı: “Birleşik Devletlerin veya Birleşik Krallık’ın ya da her ikisinin birlikte bölgedeki çıkarlarını 19. yüzyıl yöntemleriyle (örneğin kaba güç fiili askeri-idari varlık sayesinde) sürdürebilecekleri kuşkuludur.”

Yani emperyalizm sermaye ihracı yanı sıra siyasi rejim ihraç etmeye de yönelmeliydi! Çünkü bölgede Amerikan yanlısı rejimler işbaşına gelmeliydi. Bu amaçla Soğuk Savaş döneminde gerektiğinde askeri darbelerle sömürge tipi faşizmlere de başvuruldu. Şimdilerde ise çeşitli bölge ülkelerinde “AKP modelinde” ve hatta aynı isimle Amerikancı partiler askeri darbelerin işlevine ikame edilmiyor mu?

Küreselleşme adına neo-liberalizmin değerleri bu ülkelere (adına “devrim”, “bahar” filan denilerek) zorla kabul ettirilmiyor mu? Emperyalizm tarafından ihraç edilen, dayatılan, zoraki bir “demokrasi” (!) Açıktır ki zor ile demokrasi olmaz; ancak zorbalık olur. Nitekim diktatörler gidiyor, yerini yeni zorbalara bırakıyor.

Adı ister faşizm olsun ister “demokrasi”; her daim Oligarşi, iktidardaki bir avuç zorbayken...

Bunlara karşı çıkanların adı da değişmiyor: Terörist!

İşte bu Pazar günü, Kürtler Newroz kutlamak istediler ve sopa yediler, direndiler ve azadilerini dile getirdiler. Ama Kürtlere azadi istedin mi KCK’lisin, teröristsin!

Ayrıca, Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce’nin birkaç gün önce yazdığı üzere, Hrant Dink davası kararına, Sivas katliamı davası kararına tepki gösterince ve Nedim Şener ile Ahmet Şık’ın tahliyelerini sahiplenince Ergenekoncusun, teröristsin!

Ve ayrıca, Suriye’de Amerika’dan bağımsız bir tahrir’den yana olunca, diktatörlüğe karşıyım desen bile, Baasçısın, teröristsin! Böyle olmamak için ne yapacaksın? Suriye’ye TSK eliyle (darbe değil!) “devrim” ihraç etmenin çığırtkanı olacaksın.

Yok öyle! Diz çöktürmeye, eğip bükmeye çalıştığınız ezilenler, devrimciler Ernesto Che Guevera’nın “Dizlerimin üzerinde yaşamaktansa ayaklarımın üzerinde ölmeyi tercih ederim” inadını sürdürüyorlar. Bunu siz nereden bileceksiniz ki? Çünkü sizler bükemediği eli öpme kültüründensiniz, neo-liberalizme secde edip sadece teşebbüs hürriyetinin anlamını sevmektesiniz...

Yok öyle! Peki ama ne “var” olacak? Neo-liberalizmin “hürriyetine” yani köleliliğine ilelebet mahkûmiyet yok olacak; ama özgürlük, azadi, tahrir mutlaka var olacak, çünkü mutlaka kazanılacak!