Ekonomi yönetimi göreve geldiği günden beri birinci önceliğini yurt dışından para bulmaya verdi. Önce Körfez ülkelerine yapılan ziyaret ve buradan 50 milyar doların üzerinde bir kaynak geleceğine ilişkin açıklamalar yapıldı. Ardından, dünyanın önemli finans merkezlerine peş peşe ziyaretlerde bulunarak, fon yöneticileriyle görüşmeler yapıldı, onların beklentileri soruldu ve iktidarın ekonomik alanda yapacakları uzun uzun anlatıldı.

Politika faizinin yüzde 30’a çıkarılması, dolaylı vergilerde yüksek oranda artışlara gidilmesi,  yabancı yatırımcılar tarafından “memnuniyetle” karşılandı, ama yeterli bulunmadı. “Aferin, doğru yoldasınız, daha çok adım atmalısınız (siz bunu vatandaşınıza biraz daha fatura çıkarın diye okuyun)” gibi açıklamaları medyaya sızdırıldı. Fakat bütün bu çabalara rağmen yurt dışından para girişi ne Körfez ülkelerinden ne de diğer fonlardan sağlanamadı.

Ekonomi politikası kurgusunu yurt dışından gelmesini umdukları yabancı fonlara bağlamış olan iktidarın işi Ortadoğu’da yaşanan son gelişmelerle birlikte daha da zorlaştı.

Türkiye’nin kendilerine vaat ettiklerini yetersiz buldukları için sürekli daha fazlasını isteyen yabancılar, artık kafalarını iyice Türkiye’den öte yana çevirmiş olmalılar.

Bir insanlık dramına dönüşen çatışmalar,  İsrail’in sivil olup olmadığına bakmadan giriştiği katliamlar, işlerin bu bölgede uzun süre durulmasının pek mümkün olmadığını gösteriyor.

Çatışmalar şimdilik Bölge ile sınırlı kalsa da etkilerinin küresel ölçekte olduğu gayet açık. Neye ya da nereye evirileceği henüz tam olarak bilinemeyen bu süreç, ekonomik anlamda belirsizliklerin de artmasına yol açtı. Özellikle uluslararası fon hareketleri üzerindeki sınırlayıcı etkisinin çok ciddi olacağı açık.

Altının ons fiyatının artması, ABD Hazine kâğıtlarının faiz getirisinin ciddi bir biçimde artmasını da dikkate aldığımızda, Türkiye’nin umutla beklediği ve büyük bel bağladığı yabancı fon girişinin yakın zamanda mümkün olmayacağı anlaşılıyor.

Türkiye’ye 50 milyar doların üzerinde fon gönderecekleri söylenen Körfez ülkeleri, bölgede yaşanan gelişmelerden doğrudan etkilenen grup içerisinde yer alıyor. Bu nedenle, o ülkelerin kendileri açısından da risklerin ve belirsizliklerin bu kadar yükseldiği bir dönemde Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu parayı göndermesi gündemlerinden tamamen çıkmış olmalı.  

Şimdiye kadar Türkiye’ye fon girişi yapmak için pek gönüllü olmayan ama iktidarın ısrarla her istediklerini kabul ettikleri Batılı fonlar da artık gözünü tamamen Türkiye’den öteye çevirdiler. Ekonomik riskleri bu kadar yüksek olan bir ülkeye bu dönemde yatırım yapmaları söz konusu olmayacaktır. Zaten niye gelsinler ki? ABD’de 10 yıllık tahvil faizlerinin yüzde 5’e dayandığı bir dönemde, rahat rahat orada kazanmaları söz konusu iken, risk ve belirsizliği yüksek olan ve zaten pek de gönüllü olmadıkları bir ülkeye fon aktarmaları söz konusu olmayacaktır.

Türkiye’nin kısa vadeli( bir yıl içerisinde çevrilmesi gereken) dış borcunun 211 milyar dolara ulaştığını merkez bankasının verilerinden görüyoruz. Gerçekleşmesi beklenen cari açığı da dikkate aldığımızda, Türkiye’nin önümüzdeki 12 ay içerisinde yaklaşık 260 milyar dolarlık kaynak sağlaması gerektiği ortaya çıkar. Peki, bu para hangi dönemde bulunmak zorunda? Yukarıda yazılanları hatırlayın; ortalık karışık, riskler artmış, zaten para göndermeye gönüllü pek fazla kaynağın olmadığı bir dönemde.

Ekonomik aktivitenin yavaşladığına ilişkin emarelerin olduğu, dünyada belirsizliklerin yükseldiği bir dönemde, merkez bankasının politika faizinde nasıl bir değişikliğe gideceği merak ediliyor. Önümüzdeki hafta faiz kararını açıklayacak olan merkez bankasının faizlerde muhtemelen 250 baz puanlık sınırlı bir artışa gitmesi bekleniyor. Yabancıların “bu faiz yetmez daha fazla isteriz” dedikleri bir dönemde Merkez’in de iyice sıkıştığını söyleyebiliriz.

Boşuna dememiş Anadolu insanı: Elden gelen öğün olmaz o da vaktinde bulunmaz.