Geçtiğimiz Mayıs ayında namlı mafya liderlerinden biri Sakarya’da “hizmet nişanı” almaya gittiğinde kalabalık bir grup “sevgi seli” olmuş, “reisi” karşılamıştı. 1999 depremi sonrası Sakarya’da yardım çadırı kuran “reisi” taltif etmek nedense 7 Haziran seçimlerinin hemen öncesinde akıllara gelmişti. Büyük bir kahraman edasıyla Kent meydanına ulaştığında, kalabalık pop-star izlermiş gibi kendinden geçmişti. “Reis”, kendinden bekleneni yaptı, podyuma geldi. Podyumda da meydanda da Türk sağı ittifak çemberini örmüş; cübbelisi ile faşisti çoktan aynı kareye girmişti. Podyumda sırıtan simalar, polis öğrencileri dövdüğünde, toplumsal muhalefet devlet şiddetiyle bastırıldığında, Alevilere, Kürtlere sopa gösterildiğinde büyük bir kıvanç yaşayan yüzlerle aynıydı. “Reis” varlığı ile onların ikiyüzlülüğünün, hoyratlığının onay mercii gibiydi. Belli ki o sözden çok silah konuşturanlardan sayıldığı için hitabette idmansızdı ama olsun varsın HDP’nin “neden baraj altında kalması gerektiğini” söylemek, MHP yönetimini yumuşaklıkla itham etmek ve Başkanlık sistemine destek vermek için müthiş bir hitabet yeteneğine gerek yoktu. Açıkça olmasa da AKP’ye oy verin, Erdoğan’ı Başkan yapın demişti. Ne de olsa reislerin kıymetini en çok reisler bilirdi!

Saray, Temmuzdan itibaren adım adım devlet şiddetini arttırmaya başladığında “reis” yine göründü. Bu sefer “nişan” almaya değil kitleleri “teröre karşı bir olmaya” çağırmak için meydanlardaydı. Sakarya’da “vur de vuralım, öl de ölelim” diyenleri “sakinleştiren” mafya lideri Rize’de “oluk oluk kandan” söz etmeye başlamıştı. Hepimiz bir mafya liderinin nasıl olup da böylesine bir gövde gösterisini gerçekleştirebildiğine takıldık kaldık. Halbuki asıl üzerine düşünmemiz gereken, “reisin” huzurunda trans halindeki topluluktu. O topluluk, AKP’ye ya da MHP’ye oy vermesinin ötesinde aynı kamusal alanı paylaşmak mecburiyetinde olduğumuz insanlardan oluşuyor ve bir dizi ortak özellikleri var. O ortak “özellikler” kendini kimi zaman statlarda saygı duruşunu ıslıklarken, kimi zaman mafya liderinin gönderdiği “yardım tırlarını” alkışlarken gösteriyor.

Katillere, reislere hayranlık duyan, kendi topluluğu dışında başka insanların acılarına kayıtsız olan, sadece içinde bulunduğu cemaati, topluluğu, ulusu seven bireyler, topluluk narsisizmi diyebileceğimiz bir şeyin taşıyıcıları. Narsisist tutkular, bu aşamada bireysel düzlemi aşarak “topluluk” düzeyine ulaşır; nesneleri de ulus, ırk, din haline gelir. Nasıl narsisist birey için narsisizmi yeniden üretmek hayatta kalmanın yegâne yoluysa narsisist toplumlar da enerjilerini kendilerini var ettiğini düşündükleri “değer” ve sembolleri yeniden üretmekten alırlar. Devlet, aynı zamanda hakim topluluğun kendi hatalarıyla yüzleşmesini önlemek üzerine örgütlendiğinden, topluluk üyeleri kolektif suçları inkâr ederek yeni suçlara yelken açmakta özgür hissederler. Türkiye’deki toplumun çeşitli katmanlarının üyelerine kendilerini gerçekleme imkânı sunmadığı hatırlanırsa toplumsal huzursuzlukları gidermek adına neden narsisizmin bu denli pompalandığı daha iyi anlaşılır. Toplumsal narsisizm, topluluk üyelerinin gerçekle ilişkisini bozar; ikiyüzlülüğü sıradanlaştırır. Öyle ki bir yandan misafirperverlikle övünülür diğer yandan Suriyeli çocuklar döverek öldürülür; genç sevgililer parkta, bahçede ahlâk adına kovalanırken çocuk yaşında kızlarla evlenilir; Sarayın bin küsur odasıyla gurur duyulurken, Cizre’de, Nusaybin’de, Lice’de evleri delik deşik edenler alkışlanır; Batı ikiyüzlülükle suçlanırken Ankara’da, Suruç’ta ölenlere oh olsun denir!

Bir doyum sağlama biçimi olarak topluluk narsisizmi Türkiye sağının biriktirdiği cerahati “reislerin” eliyle “milli bir erdem” olarak sunmaya devam etmekte. Narsisizmle malul topluluklar “reislere” aşıktır. “Reisler” de hep görünmek, hep onaylanmak, hep alkışlanmak ister. Alkışlayanın, görenin kim olduğu önemli değildir. Yeter ki her meydana, her sokağa, her eve girebilsinler. Örneğin rahatlıkla hem haber kanalında hem de tematik çocuk kanalında (bkz TRT Çocuk’un Erdoğan’ın G20 konuşmasını vermesi) olabilmelidirler! Dediklerinin “anlaşılması” da asıl meseleleri arasında sayılmaz. “Hakikati” söylediklerine dair inancın varlığı, dinlemeden onaylama yeterlidir. Bu memleketin sağ vasatında herkes bir gün “reis” ya da “reisin has adamı” olma düşü kurar; “kıymetlerinin” anlaşılmasını bekler. O da olmazsa geçer bir kenara “reislere” tapınır. Sokakta polisin uyguladığı şiddette “reisi” görür, bombalanan dağlarda “reisin kudretini” hisseder, faili meçhul ya da meşhurda “reisin imzasını” arar! Bu reislik ideolojisini ve onu besleyen mekanizmaları ortadan kaldırmadıkça meydanlarda höykürenler, “yol ver Taksimi ezelim” diyenler hiç bitmeyecek!