Yeni yıla girilirken diğer ekonomik ve toplumsal bunalımlarla birlikte ülkede çok büyük bir düşünsel ya da ideolojik sığlık ve bundan doğan kargaşa yaşanıyor. 

Sığlık ve kargaşa, AKP’nin 2002’de iktidara gelmesinin temelini oluşturan liberal sağcı düşüncenin, 2007’den bu yana adım adım ve günümüzde tümüyle buharlaşmış ve daha da önemlisi yerine somut bir ideolojinin konulmamış olmasından kaynaklanıyor. 

AKP, bu ortamda, terk ettiği kuruluş ideolojisinin yerine neyi yerleştirmekte olduğunun açıklık kazanmasının da önünü kesiyor. Bu durumda kuruluşunda AKP ideolojisini oluşturanlara büyük bir sorumluluk düşüyor.  

KİMİ SU TAŞIYANLAR  

AKP’nin kuruluş yıllarında sahip olduğu ideoloji, Başkan Erdoğan’ın “Sunuş” yazdığı, Yalçın Akdoğan’ın, parti yayını olan “Muhafazakâr Demokrasi” (2003) adlı çalışmasında açıklık kazanıyor. 

Erdoğan, Sunuş’ta (s.3-4) şöyle diyor: “AK Parti geçmişten veya bir medeniyet havzasından siyaset çizgisi ödünç almak yerine, kendi düşünce geleneğiyle test edilen bir siyasal tutumu yeniden üretmeyi doğru bulmaktadır… Bu çalışma Muhafazakârlık olarak tanımladığımız siyasal düşünce biçimini demokratik formatta kodlayarak, Muhafazakâr Demokrasi anlayışını ve siyaset tarzını Türk siyasal yaşamına kazandırmayı amaçlamaktadır…” 

Bu görüş, aslında Erdoğan’ın 14 Ağustos 2001’de “AKP’nin Kuruluşu” açıklamasında çok güçlü bir biçimde yaptığını kanıtlamak amacıyla olacak, büyük harflerle yazdığı, “Avrupa Birliği üyeliğine EVET” diye yaptığı açıklama ile birlikte anlam kazanıyor. 

Eklemek gerekiyor: AKP’nin o günlerdeki “ideoloji artı uygulama” yaklaşımı hiç kuşkusuz Akdoğan’ın tekelinde değildi; aynı konuda görüş sergileyen çok sayıda yerli ve yabancı düşünür vardı. Örneğin, S. Huntington ve CIA İkinci Başkanı Graham Fuller, konuyu Ortadoğu-Türkiye bağlamında ele almaktaydı. Erdoğan ile Başdanışman, Başbakanlık Müsteşarı ve Milli Eğitim Bakanı olarak çalışan Ömer Dinçer’in “21. Yüzyıla Girerken Dünya ve Türkiye Gündeminde İslam” (Bilgi ve Hikmet 1995) başlıklı makalesi ile yine Erdoğan’ın danışmanı, bakanı ve başbakanı olarak görev yapan Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” (2001) kitabı bu bağlamda sayılabilir. Giderek bunlara, günümüzde Hürriyet /CNN Türk’te yönetici/ gazeteci olarak çalışan Ahmet Hakan Coşkun’un “İslamcılık” (İskeleSancak 2001) eklenebilir. Kuşkusuz, AKP’nin “İslami siyaset geleneğinden kesin bir kopuş olduğunu” öne süren ve anayasal düzenlemelerine katkı yapan ve “evet” diyen bilim insanları ve düşünürlerimiz de unutulmamalıdır.  

SONUÇ: BAŞARAMADI!  

Daha önce yazdığı “Özgürlüğün İslami Yolu (2011) kitabı ve basındaki yorumlarıyla tanınan, Washington D.C. merkezli liberal düşünce kuruluşu CATO Enstitüsü Kıdemli Uzmanı Mustafa Akyol, 8 Ocak günü Karar TV’de son kitabı “Müslüman Aklın Uyanışı” üzerine gazeteciler Yıldıray Uğur ve Elif Çakır’ın sorularını yanıtlarken şöyle diyor: 

“İslam dünyası modernleşmeyi başaramadı.” 

Modernleşme ya da çağdaşlaşma karşısında İslam dünyasının durumunu çok açık bir biçimde özetleyen Akyol, bu sözlerine, “Modern dünyada bulunup da 1000 yıl önceki fıkıh kurallarını uyguluyorsanız, o fıkıh kendi içinde çok ahlaklı ve haklı olsa bile aynı sonuçla karşılaşamıyorsunuz” diye açıklık getiriyor. 

Akyol’un, İslam dünyası ile ilgili vardığı sonuç ve ileri sürdüğü görüşler, yılların araştırmasına dayanan tümüyle bilimsel gerçeklerdir. 

Ancak, Türkiye düşünce ortamı o kadar yoğun bir karanlık içindedir ki, bu nesnel ve bilimsel görüşü bile tartışmıyor. 

Bugün, ülkede iliklerine dek Siyasal İslamcı bir “uygulama” var. Geçtik AB üyeliğini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de Mahkemesi AİHM de unutulmakla kalınmadı; Türkiye kurucusu olduğu Avrupa Konseyi’nden çıkarılma noktasındadır. Ülkede artık AYM yok ediliyor. Bilim, özgürlük, eğitim, eşitlik ve barış gibi ana “çağdaşlaşma değerleri” çoktan un ufak oldu. 

Ancak, AKP’nin kuruluş raylarından nasıl çıkarıldığı; bu noktaya neden ve nasıl gelindiği ve bugünkü Türkiye uygulamasının ideolojisi bir bütünlük içinde ortaya konulmuş değildir.  

Yaşadığımız dönemeçte düşünen, yazan-çizen sağcı kesime, kuşkusuz iktidara da asıl sorulması gereken soru, “Hangi Siyasal İslam” sorusudur.  

Akyol, tam bir bilimsel sorumlulukla gerçekleri açıklıyor. Geçmişin AKP’nin “ideolojik destekçileri” de en azından aynı sorumluluğu göstermek zorundadır.