Sercan Meriç

sercanmeric@birgun.net

BirGün Pazar’a konuşan Ahmet Telli, "Ben ’68’liyim… ’68’liler kendi arkadaşlarını, yoldaşlarını kaybedip gelenlerdir. Onlar belleğimizde, hafızamızda yaşayanlardır. Bu mısralar biraz da yaşadığımız zamanların izahıdır. Hâlâ o zamanların birbirini tekrar edip bugünlere gelmesidir" diyor.

Şair Ahmet Telli: Sisteme uyumlu olmadığımı devlet erken keşfetti

Şair Ahmet Telli, 1960’lı yıllardan bu yana yazmaya, üretmeye, itiraz etmeye devam ediyor. Telli, geçmişten bugüne sistemin hedefi oldu. 12 Eylül darbesinde öğretmenlikten atıldı. Cumhuriyetin 100. yılında da kendi şiirini okuduğu için 21 Mart Dünya Şiir Günü’nde hâkim karşısına çıktı. Ahmet Telli ile son seçimlerden sonra ne hissettiğini, şiirinin gelişim sürecini ve ’68’li olmayı ve fazlasını konuştuk.

>> Cumhuriyetin 100. yılında çok önemli bir seçim yaşadık. Bir şeylerin değişmesini bekliyorduk ancak beklentimiz karşılık bulmadı. Sizi nasıl etkiledi bu süreç?

Seçim, beni fazla etkilemedi ama seçim süresince insanlarımızın Edip Cansever’in “Dağılmış pazar yerine benziyor memleket” dediği gibiydi. Kuşkusuz ki her düşünen birey gibi benim de kâbuslu günlerim oldu. Zaten daha 6 Şubat depreminin travmasını atamamışken bir de seçimlerde en azından kendini sosyal demokrat olarak tarif edenlerin de hezimete uğraması hepimizi bir biçimde etkilemiştir. Cumhuriyet böylece 100 yaşını tamamlamış oldu. Biz merak ve hayretle yaşadığımız günleri anlamaya çalışıyoruz. Merak ve hayretimizi geleceğe nasıl ışık olarak göndereceğimizi düşünüyoruz.

>> Bu süreçte “Hele dik tut başını önce / haykır yıkılmadığını, tükenmediğini / yüreğindeki yalım nasıl olsa / korlaştırır zamanın çeliğini / sen önce öfkenin adını koy / yanıltmasın yüreğini” dizelerinin geçtiği “Öfkenin Adını Koy” şiirinizi sık sık düşünmüştüm…

Evet ilk şiirlerimden birisi bu. Bu doğrudan benim okura bir cesaret verme duygumun önde olduğu zamanların şiiridir. Ben şimdi kendime cesaret vermeye çalışıyorum yazdıklarımda. Okurun cesareti kendine kalsın: Kendi cesaretini, herkes kendisi keşfeder. Ben kendi cesaretimi sınamak istiyorum.
Sizin birçok şiirinizde sezgisel olarak ileriyi işaret eden dizeler de var. Bu sezgi meselesinde siz kendinizle ilgili ne dersiniz?

Şiir bir sezgi kırbacıdır. Sezgilerin sözcüklere dökülmesidir. Bu bakımdan geçmiş yüzyıllarda şairin ya da şiirin bir kehanet olduğu mitolojik olarak bilinir. Kehanet değildir bu, bir sezgidir. Şiir de sezgilerle var olur. Aslında bilimin de başlangıcında sezgi vardır. Yani bilimde önce bir hipotez dediğimiz sezgilerle başlar ve o bir biçimde teoreme döner. Sanatların ve bilimlerin çıkış noktası sezgidir. Ne sanat bilimsiz yapabilir ne de bilim sanatsız yapabilir.

>> “Kavgalar Büyüdükçe” şiirinizde “Şimdi bir yol ayrımındayız / çekip gitmiştir nice dostlar ama yalnız değiliz” dizelerinizi hatırlatmak istiyorum. Bugün için aynı duyguyu taşıyor musunuz?

Ben ’68’liyim… ’68’liler kendi arkadaşlarını, yoldaşlarını kaybedip gelenlerdir. Onlar belleğimizde, hafızamızda yaşayanlardır. Bu mısralar biraz da yaşadığımız zamanların izahıdır. Hâlâ o zamanların birbirini tekrar edip bugünlere gelmesidir. Zaman helezoniktir. O çevrim içerisinde adeta dejavu olduğunu sanırız. Öyle zamanlardan geçiyoruz şimdilerde. 

>> İlk şiirinizi yazdığınızdaki hissinizi hatırlıyor musunuz?

Hatırlıyorum tabii… İlk şiirim yayımlandığında kendimi önemsediğimi düşünüyorum. Çocukluk döneminde yayınlandı zaten, 15 yaşındaydım. O genç ne kadar dünyayı tanıyabilirse o kadarıyla ancak mutlu olabilir. Ama zaman geçtikçe insanın kendini, doğayı, bir başka insanı tanımasıyla beraber başka bir dünya, başka bir genişlik kazanıyor. Ve artık o ilk şiirin ürpertisini değil, yayınladığım her şiirin tedirginliğini yaşamaya başladım. O heyecan ve mutluluk yerine daha bir tedirginlik var. Son kitabımda bir bölüm vardı, “Bir şiir eksik” diye. Sanki bir mısra eksik gibi veya birkaç mısra fazla gibi geliyor. Hatta buna 1tedirginlik yerine gerginlik” bile diyebiliriz. Çünkü sanat, gerilimlerle olur. Gerilim ânıdır zaten sanatı yaratma süreci.

>> Peki, 1960’lı yıllardan bugüne şiirinizin gelişim veya değişim sürecini nasıl tarif edersiniz?

Tariften ziyade kendi şiirimi yeniden gözden geçirirken anlamaya da çalışıyorum. İlk şiirlerde halk şiirlerinin izlekleri hatta söyleyiş tarzı hâkimdi. Daha sonra daha düşünsel bir süreç vardı. Ama son kitapta düşünsel olan ile bireyi keşfetme meselesi diyebilirim. Birey olma çırpınmasını bana Don Kişot çok iyi anlatır. Bence birey olma serüveni Don Kişot’la başlar… Birey Dostoyevski’de zirveye ulaşır, anlatım olarak… Son kitabımda da bireyin tregadyası ağır basar. Birey kendini tanıyarak bir başkasını tanımaya, başkasını tanırken aslında o kişide kendini tanımaya başlar. Bunun karşılığı olarak, mekân olarak doğayı tanımaya başlar. Bir yangında yananın ağaç olmadığını, börtü böceğin, kaplumbağanın olduğunu hisseder. O börtü böceğin çığlığı benim mısralarımda kelimelere nasıl dönüşecek, bunu gerçekleştirmeye çalışıyorum.

>> Birey olmakla bencillik arasındaki çizgi de silinmeye başladı. “Yanıma kâr kalır” anlayışı dayatılıyor.

Orada ontik olarak bakmak lazım. Bencilliğin sınırı yok ki. Bencillik, tahakküm etmeye, hâkim olmaya, iktidar olmaya ve iktidar olamazsa yalaka olmaya gidiyor. Birey olmak eşitlik ideolojisidir. Cinsiyetçi değildir, egemenlikçi değildir, her türlü egemenlik ilişkilerini reddeden ontolojik durumdur.

>> Tarihin ironilerinden birisi de sizin 21 Mart Dünya Şiir gününde yargılanmanız oldu. Dünya Şiir Günü’nde yargılanmak ne düşündürttü size?

Galiba iktidar olmamak duygusu bende hâkim. Bunu ilk önce fark eden babamdı, öğretmenlerimdi. Öğretmenlerimle hiç barışık olamadım. O yüzden de daha 14 yaşında okuldan sürüldüm. 7-8 yaşında da evden kaçardım. Sisteme uyumlu olmadığımı devlet erken keşfetti. Sonra öğretmen oldum, öğretmenlikte de sürüldüm sıkıyönetim yasalarınca... Atasözlerini pek sevmem ama bir söz vardır: İnsan 7’sinde neyse 70’inde de odur. Önce karakter olarak itiraz eden birisisin, sonra mücadeleci birisi oluyorsun. O yüzden de sistem seni cezalandırıyor. Son olarak da 10 aylık bir ceza verdiler. Cigerhun üzerine yazdığım yazıyı da hiçbir kitabıma alamadım, çünkü o kadar basit bir yazı ki, hâkim orada “Kürt dili” lafına takmıştı. Bunu herkes söylüyor şimdi. 10 aylık cezada da bir şiir okumuşum, o şiiri okurken de bir ön konuşma yapmışım. Ne var bunda?

>> Bugün için Türkçe şiire dair değerlendirmenizi de dinlemek isterim…

Bugün dünya şiiri ile Türkçe yazılan şiire baktığımızda, Türkçe şiirin çok önemli bir yerde olduğunu düşünüyorum. Dünya şiiri de fikir yönünden çok zengindir. Ama Türkçenin uluslararası bir dil olmayışı nedeniyle çok uluslararası olamadığını görüyorum. Mümkün olduğunca Türkçe şiiri dünya dillerine çevirmenin gerekli olduğunu düşünüyorum.