Son yıllarda hiç dikkatinizi çekti mi? Türkiye gittikçe estetik bir bakış açısından uzaklaşıyor. Yapılan binalar, televizyon programları, diziler, yarışmalar, siyasilerin ve belediye başkanlarının makam odaları, parklar-bahçeler, mekânlar sanki hiç sanattan nasibini almamış, estetik kaygısından uzak insanların ellerinden çıkmış. Gittikçe sanattan uzaklaşıyoruz. Estetikten kopuyoruz kötü beğeni diye adlandırabileceğimiz “kitsch” bir yaşama doğru savruluyoruz. Bu insan davranışlarında da böyle.

Birine yardım ederken, bir nişanda düğünde, sıradan bir yemekte, çocuğumuzun doğum gününü kutlarken bile bir kabalık ve görmemişlik hâkim. Düğünün yapıldığı alana buldozer kepçesiyle teşrif eden gelin damat var bu ülkede.

Ekonomik durumun da, eğitim düzeyinin de, siyasi görüşün de bir etkisi olmuyor bu hoyratlığın karşısında.

Bir Süleymaniye Camii’ne bakın bir de 63 bin kapasiteli Çamlıca Camii’ne, bir Dolmabahçe Sarayı’na bakın bir de Beştepe’ye. Yapılan heykellerden tutunda evlerimizde kullandığımız eşyalara, dinlediğimiz şarkılara, okuduğumuz şiirlere, giydiğimiz kıyafetlere sinmiş; günlük konuşmaları tartışmaya dönüştürmüş bu kötü beğeni.

Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın baleyi spor ilan etmesine niye şaşırıyorsunuz ki?

Oradaki yöneticilerden ya da Türkiye’deki bakanlıklardan genel müdürlüklerden kaç yöneticinin opera, bale ya da klasik müzik konserine gittiğini düşünüyorsunuz?

Bu tür sanatsal faaliyetler ancak “katılması zorunlu davetler” olduğu zaman katılmayı gerektirir. Sanat bir gereklilik gibi algılanmadığı sürece bu durum ne yazık ki artacağa benzer.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, sanatçıların ve sanatsal faaliyetlerinin devletin koruması altında olduğunu, sanat ve sanatçıların korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve yayılması için gerekli önlemlerin devlet tarafından alındığını belirtmektedir. Hal böyle iken sanatçı veya kültür-sanat emekçisi, Türkiye’deki hiçbir kültür kuruluşu, anayasa veya kanun tarafından açıkça tanımlanmamıştır.

Funda Lena (müzisyen-akademisyen)’nın 2009 ve 2013 yılları arasında Türkiye’deki kültür sektörünü araştırdığı kitabında açıkça görülmektedir ki 2013 yılında tüm sektörlerde ve hizmetlerde ücretli çalışanlara ödenen maaş ve ücretlerin ortalamasının yıllık 20 bin Türk Lirası (TL) civarındayken sanatsal yaratıcı sektörlerde 11 bin 981 TL ve performans sanatlarında 11 bin 835 TL’dir. Dahası, Türkiye’de, kültür aktiviteleri eğlence aktivitesinin içinde sayıldığından, yüksek eğlence vergisi nedeniyle kayıt dışı ekonomik faaliyet oranı çok yüksektir. Ülkemiz sosyal bir devlet olmadığından sanata yapılacak desteği sadece kamu kuruluşlarından beklemek de çok doğru olmaz.

Bu yüzden “yaratıcı endüstriler “ alanında özel sektöre de çok iş düşmektedir. Birçok şirket, kültür ve sanat etkinliklerine sponsor olmalı bu etkinlikleri desteklemelidir. Örneğin, İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) ana sponsoru Türkiye’nin en büyük şirketlerinden biri olan Eczacıbaşı Grubu’dur. 2004 yılında, kültür yatırım lisansına ve kültür girişimi lisansına sahip olan kuruluşlara, gelir vergisi stopajı ve sosyal sigorta işveren payında yüzde 25 ila yüzde 50 arasında bir indirim sağlayan 5225 sayılı Kültür Yatırımları ve Girişimlerini Teşvik Kanunu yürürlüğe girmiştir. Bu yüzden özel sektörün katkısı hem kendi çıkarlarına hem de sanatçıların daha iyi bir yaşam sürebilmelerine daha üretici olabilmelerine imkân tanıyacaktır. Selda Dudu (Sevilla Üniversitesi Sosyoloji Bölümü)’nun yaptığı bir araştırma kültür işçileri arasında çalışan yoksulluğunu gözler önüne sermektedir. Bu araştırmada çarpıcı detaylar var. Merak edenler için link: http://selda.dudu.gen.tr/wp-content/uploads/2021/01/SDudu-Kultur-Istihdamini-Kesfetmek.pdf