Günlerden bir gün giyinip kuşanıp, hazırlanıp evinizden çıktığınızı düşünün. Belki yanınızda sevdiğiniz, belki çocuğunuz var. Belki neşeyle eğlenmeye, belki öylesine gezinmeye ya da bir derdi paylaşmaya gidecektiniz. İyisi, kötüsü her neyse. Sokağın başında bir anda on yıllardır süren bir siyasi çatışmanın kurbanı olarak barbarların saldırısıyla, işkenceyle rehin alınıyorsunuz. Sevdiklerinizin gözünüzün önünde katledilişine tanık oluyorsunuz ya da onlar sizin parçalanışınıza tanık oluyor. 

Kapkara bir dünya burası. Kapkara. Vahşiliğini kaydedip paylaşan cihadistlerin; bebekleri, kadınları hedef aldığı barbarlığını, esir aldıkları insanların kafalarını kesip, ciğerlerini çıkarttıkları paylaşımlarını daha önce başka Ortadoğu ülkelerinden de hatırlıyoruz. “Coğrafya kaderdir” tespitini doğrulayan ağır bir şiddet sarmalına tanıklık ediyoruz. Suriye’de, Rojava’da yaşananlara kulak tıkayabilir miyiz? Elbette tarihsel ve sosyo-politik süreç içinde Filistin halkının haklı direnişinin yanında olmalıyız, elbette emperyalizmin taraf olarak halklar arasındaki kırılganlığı derinleştirmesine ve şiddeti körüklemesine seyirci kalmayacağız, kalamayız. Dünyanın her yerinde güçlenen ırkçılık ve faşizan tutumun İsrail’den yükselen sesi Netanyahu’nun politikalarının bugün yaşananlardan ayrı tutulamayacağının bilincindeyiz. Ancak Hamas’ın vahşiliğinden nasibini alan İsrail halkına yaşatılanın Filistin halkına yaşatılandan daha hak edilmiş olduğunu düşünmek, Hamas’ı haklı görmek, taraf olup hak dağıtmak hangi vicdana sığar bilmiyorum. Kötülüğün, barbarlığın kutsalı olmaz. Bugün Hamas’ın saldırısı en çok da Filistin halkının mücadelesine ihanettir.

Tüm haklı mağduriyetlerden milliyetçi, saldırgan, taraftarlar yaratılıyor. Mücadelesi için şiddeti mazur gören, skor sayan, oturduğu yerden hak dağıtan yeni bir tutum oluşuyor. Bağlamından, akıldan, vicdandan çıkmış gözü kapalı bir taraftarlıkla tüm ideolojilerin, doğruların içi boşaltılırken solun sesi de kısılıyor. Farkında olarak ya da olmayarak solun değerleri toplumdan uzaklaştırılıyor. Benzer bir hâli ne yazık ki çoklukla günlük hayatımız içinde -şükür ki şimdilik bu denli vahşeti yaşamadan- ülkemiz sorunlarına çözüm ararken de yaşıyoruz. Sıradan bir fikir tartışmasından seçim sandığına, hak arayışından sivil toplum mücadelesine her ortamda uzun soluklu gerici iktidarın yarattığı fanatizmin, cahiliye döneminin, popülizmin, günlük ve sıradan derinliksiz tartışmaların esiri olup çözümden fersah fersah uzaklaşılırken çözümün anahtarı olan değerlerin kriminalize edilmesine fırsat yaratılıyor. Savaş karşısında tarihselliğinden, sebeplerinden bağımsız olarak ülke, din, mezhep, etnik köken ayrımı yapmadan toplumsal barış, laik demokrasi, evrensel hukuk değerleri ve özgürlük mücadelesinden yana tutumla tüm masumların, sivillerin yanında olmak esastır. “Ama” diye başlayan ve klişe hak mücadelesinden yana selamlayışla paylaşılan mesajlar yaşananlar kadar kanımı donduruyor. Siyasetsizlik barışı da bağlamından kopartıyor. Duyulması istenen, bizim ülkemizin kırmızı çizgilerine göre şerbet veren ya da ideolojik tarafına kapılarak taraftarlık içinde nefret söylemine varan ayrımcılığı da solculukla savunanları hayretle ve üzüntüyle izliyorum.

Savaş her zaman olduğu gibi en önce kadınları hedef alıyor. Hamasın rehin alıp tecavüz ettiği, çırılçıplak sergilediği, sürüklediği kadın bedenleri bu savaşın unutulmaz görüntüleri arasına yerleşti bile. Bunca kötülüğün içinde iyilik arayalım ve hak savunusuna, direnen kadınların değişimi örgütleyen şiirlerine kulak verelim isterim. Hafta sonu İstanbul Kartal’da Feministanbul Şiir Festivali’nde dünyanın her yerinden şairlerbir araya geldiler. 7 yıldır “küresel bir insanlığın şafağında” bir araya geliyor kadınlar. İnsan haklarından yana, kadının eşit yaşam hakkından yana şiirler her yıl bir başka temayla gerçekleşiyor. Festivalin yöneticileri ana temasını kadın, kadın sorunları, kadının her türlü halini içeren durumlar olarak tarifledikleri festivali cinsiyetçi ya da salt feminist bir festival olmamakla birlikte Türkiye’de bir ilk olarak tanımlıyorlar. Kadın temalı şiirleriyle, kadın, erkek, LGBTİQ+ her dilden, cinsten, dinden, ırktan ve milletten şair bu etkinliğe katılıyor.Bu yıl “Cumhuriyetin ilk yüzyılında kadın ve şiir” manifestosuyla yola çıkan komite adına şair Hilal Karahan’ın mesajı şöyle; 

“Bu yüzyılda kadına karşı olan tutum ve davranışların değişimine, şiir ile farkındalık yaratma arzusundayız. Cumhuriyetin getirdiği aydınlık düşünceleri benimseyerek hareket eden kızkardeşlerimiz ile birlikte, yaşamın her alanında ataerkil zihniyetin bizlere dayattığı baskılara karşı mücadele içindeyiz. Bilimde, sanatta, ekonomide, siyasette, sporda hep bu bilinçle, kız kardeşliğin gücüyle hareket ediyoruz. Bu kazanımları korumak, geliştirmek ve genişletmek için şimdi daha da kararlıyız. Küresel kadın hareketinin bir parçası olarak biz şair kadınlar, kaos ve baskıya karşı sesimizi birleştiriyoruz. FeminİSTANBULsesimizi duyuran, kadın olmayı kutlayan, kucaklayan bir platformdur. Kapitalizmin, küresel sermayenin, doymak bilmez iktidar hırsının doğaya, insanlığa ve aile hayatımıza yarattığı sorunlara, kadınlığın bize verdiği güçle çözüm üretiyoruz. Bu yıl da yaralarımızı birbirimize göstereceğiz. Ruhlarımızı birbirimize açacağız. Umutlarımızı tazeleyeceğiz. Şiirin kardeşliğiyle kucaklaşacağız. Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılı kutlu olsun.”

Bu yıl 2018’de bana verilen Feministanbul onur ödülünü elde ele aktardığımız geleneği sürdürmek üzere ödül töreninde benim de bir konuşma yapmam istendiğinde başka türlü heyecanlandım. Çünkü ödülün; bir bilim insanı, düşünür, insan hakları savunucusu olarak her zaman örnek aldığım ama benim için daha duygusal olan yönüyle sevgili annem Füsun Akatlı’yla birlikte Felsefe Kurumu’nu 50 yıl önce ülkemize kazandıran, çocukluğuma, gençliğime tanık sevgili Prof. İoanna Kuçuradi’ye verilecek olması benim için özel olarak da anlamlıydı. Ödülü Feministanbul ekibi ve fesitvalingerçekleştirilmesine desteğiyle olanak sağlayan Kartal Belediye başkanımız Gökhan Yüksel’le birlikte İoannakuçuradi ve Gaziantep’teki depremde canı pahasına can kurtaran hemşire Şeyma Alakuş’a takdim ederken; Cumhuriyetin aslında bir kadın devrimi oluşuna dikkat çektiğim konuşmamda, bugün çağdaş ülkelerden on yıllar evvel kazandığımız hakların gerici bir iktidarın elinde her gün biraz daha geri gidişine, kadına/insana yönelik şiddete karşı dayanışmayla, şiirle direnen kadın duruşunu selamladım. Bugün bizi hâlâ koruyan Cumhuriyetin gücünü kültür ve sanat birikiminden alan mayasıdır.

İoanna Kuçuradi “bir şiiri şiir yapan onun sesidir” diyor. “Okuyucu şiirde ulak aracılığıyla kendi sesini ve başkasının sesini duyar ve anlam ile dil arasındaki ilişkiyi imgeler sayesinde kurar” diye tamamlıyor.  Dört yanımız savaş veşiddet ile kuşatılmışken. Şiirin sesinde anlam arayalım o halde. Özdemir Asaf  dizelerinde bugünün savaş çığırtkanlarını, şiddeti güzelleyenleri, vahşete anlam yükleyenleri kendine getirecek yalınlıkta bir bildiriyle nasıl da sade ama bir o kadar da şiddetli bir tokat gibi yüzleştiriyor bizi savaşın ölümcül, anlamsız ve soğuk yüzüyle.

“Bildiri

Bizler savaş ölüleriyiz,
Bundan böyle karşı-karşıya değiliz;
Bildiririz.”*