Seçimlerden sonra bir İstanbul var
Gelecek hafta, Türkiye’nin geleceği bir kez daha seçim sandıklarına yansıyacak. 2028’e kadar yapılacak bu son seçimde gözler ülkenin atardamarı olan İstanbul’a çevrilmiş durumda. İstanbul, sadece nüfusu ve ekonomik ölçeğiyle değil, aynı zamanda Türkiye’nin siyasi kaderinde oynadığı kritik rolle de öne çıkıyor. İstanbul’un seçimlerdeki bu belirleyici rolü, belediyelerin ve yerel yönetimlerin ülkedeki siyasi dinamiklerde tuttuğu önemli bir yeri de pekiştiriyor. Bu bağlamda muhalefet için bir arena haline gelen yerel yönetimler, toplum için de değişim ve dönüşümün umut kaynağı olarak görülüyor.
Öte yandan İstanbul idari olarak yönetilen bir yer olmanın ötesinde, toplumsal muhalefetin sesinin yükseldiği, toplumsal hareketlerin de ülkedeki merkezi haline geldi. Bu anlamda seçimler toplumun krizlere yanıt arayışının bir yansımasını ifade ediyor olacak. Son birkaç ayı, 1 Nisan itibarıyla ortaya çıkabilecek mücadele başlıklarına dair verdiği sinyaller bakımından ele alırsak, İstanbul halkının ekonomik istikrarsızlıktan sosyal adaletsizliğe, çevresel sorunlardan kentsel dönüşümün ve kentsel rantın getirdiği sorunlara kadar geniş bir yelpazede talep ve ihtiyaçları olduğunu görebiliriz.
∗∗∗
Bilindiği gibi özellikle AKP iktidarı dönemi ve yönetimlerinde gerçekleşen anti-demokratik kentsel dönüşüm projeleri, mega yapılar ve sermayenin kent üzerindeki etkisi, İstanbul’un sosyal dokusunu, çevresel dengesini tehdit ederken kamusal hizmet üretimini de biçimlendirdi. İstanbul’da yaşayanlar, bu değişimlere karşı bir ses çıkarma konusunda deneyimliler. Kent her dönem kendi mücadelesini üretti; rant siyasetinin ürettiği sorunlara karşı bir tepki ortaya çıktı ve zamanla farklı formlarda evrildi.
Bugün de birçok yerde, her ne kadar yerel seçimin adaylıklar etrafında biçimlenen gündemi ekseninde, yönetime talip adaylar nezdinde görünmez ve duyulmaz halde de olsa mücadeleler sürüyor. Bunlar rezerv alanlardan zorla tahliyelere, kamusal mal ve hizmetlerin özelleştirilmesinden işlev değiştirmesine dek uzanıyor. Bunlar arasında 2012’de ilk rezerv alan ilan edilen yerlerden birisi olan Şahintepe’de var. Kanal İstanbul projesi gibi mega projelerin odağında bulunan bir mahalle. Şahintepe gibi barınma hakları ve yaşam alanlarının korunması için mücadele eden başka mahalleler de bulunuyor. Yeni rezerv alan düzenlemesinden etkilenen 29 Mayıs Sitesi sakinleri örneğin, Ocak ayından beri nöbet tutuyorlar. Yine geçmişten günümüze taşınan bir mücadele, Haydarpaşa Garı için sürüyor. Haydarpaşa Dayanışması birkaç hafta önce eylem yaparak Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı’nın ilan ettiği “özel proje alanı” kararına itiraz etmişti.
∗∗∗
Bunların yanı sıra halkın kendi örgütlenme zeminlerini arayışı da sürüyor. Kentsel muhalefet açısından daha dinamik bir yer de tutan Kadıköy’de birçok yerde özellikle muhtar adaylıkları etrafında mahallelerin meclisleşme arayışlarının ifade bulduğunu görüyoruz. Diğer yandan kent meydanlarına baktığımız emekli nüfusun varlığını görüyoruz ki kentli nüfusun yaşlandığı hesaba katıldığında bu itirazların kentsel mücadeleye entegre olacağını düşünebiliriz.
Kentsel dönüşüm projeleri ve mega yapılar, sermayenin kent hayatı üzerindeki egemenliğinin bir göstergesi olarak kabul edilebilirse de yapısal krizlerle birleştiğinde bu projelerin getirdiği sosyo-ekonomik ve çevresel maliyetler, halkın daha kamucu, demokratik, eşitlikçi ve ekolojik bir kent talebine yol açmış durumda. Şüphesiz ki İstanbul’un geleceği, toplumsal arayışın bu taleplerine nasıl yanıt verileceğiyle yakından ilgili. Seçimlerin ötesinde bir ihtimal de buradan geçiyor. Karşı karşıya olduğumuz zorluklar halkın mücadele azmi ve değişim için olan umudu ile aşılabilecek...