AKP ile barış olmayacağını haykırmak ama aynı zamanda Kürt nefretini AKP’den kurtulmak için manivela olarak kullanmak isteyenlere direnmek şart

‘Şeref meselesi’ savaş koalisyonu

Üçüncü Reich’ın önde gelen isimlerinden Heinrich Himmler, SS örgütünün liderliği ile ün salmış bir Nazi’dir. Himmler, başında olduğu Nazizm’in şiddet aygıtı SS’e “şerefiniz sadakatinizdir” mottosunu benimsetir. Bu ifade, Hitlerin “şerefim sadakatle ifade edilir” cümlesinin faşist örgüte adapte edilmiş halidir. 1932’den itibaren bu motto SS’in kemer tokasına işlenir ve Nazizm’in sembol dünyasının bir parçası olur. Hitler’in ağzından dökülen sadakat bizzat kendinin inşa ettiği Nasyonal Sosyalist ideolojiye bağlılıktır; SS’in sadakati ise doğrudan Hitler’e ve onun rejiminedir. Bu anlamıyla “şerefli” olmak, sorgusuz sualsiz lidere itaat etmekle özdeş kılınır. Lider, seslendiği ya da himaye ettiği herkesin “şerefinden” sorumlu oldukça denetim gücü ve nüfuzu artar. Hiyerarşik ilişkilerin ve eril kültürün egemen olduğu toplumlarda “şeref” üzerinden rol dağılımı yapmanın politik sonuçları da olur elbette. “Şerefli” olmak ya da olmamak, o toplumun “içinde olmak” ya da “olmamak” anlamına gelir. Dışlamanın da yok saymaktan imhaya kadar birçok yöntemi mevcuttur.

HDP SEÇMENİ KÜRTLER DEĞİL TÜRKLER MESELE!

Faşizmin repertuarı içinden konuşan Bahçeli’nin HDP’ye oy veren seçmenlere yönelik söylediği malum sözler, Türkiye’nin sağ vasatında çok alışık olduğumuz bir kalıbı yinelemesi açısından hiç de şaşırtıcı değil. Ancak MHP’nin özellikle 7 Haziran sonrasında HDP’ye yönelik izlediği siyasetle birlikte düşünüldüğünde seferber ettiği öfke araçlarının “sözü” aşan bir yönü olduğu da kesin. MHP, kendisiyle aynı sayıda vekil çıkaran HDP’nin Meclis’teki varlığını tanımama konusunda ısrarcı. Bunu milliyetçi seçmeni memnun edecek bir siyasi manevra olarak görmeleri MHP gibi bir parti için anlaşılabilir. Fakat HDP’ye oy veren seçmene saldırmak, çetele tutmak, aba altından sopa göstermek, doğrudan parlamenter demokrasinin ön kabullerini reddetmek demek. Bahçeli’nin HDP’yi destekleyen Kürt seçmene söyleyebilecek çok fazla sözü yok. Son otuz yılda MHP, politikleşmiş Kürtleri ilk başta “kandırılmışlar” olarak görüyordu epey bir zamandır da doğrudan “vatan haini” olarak imliyor. Kürt kimliğine sahip çıkanlardan oy alamayacağını da bildiğinden birkaç sembolik teşebbüs dışında Kürt coğrafyasına seslenme gereği dahi duymuyor. HDP’yi seçimlerde destekleyen ve bugün sayıları oldukça azalmış gayrimüslim yurttaşlar da MHP için Kürtlerle aynı potada. Fakat aynı şeyler sandığa gidip HDP’ye oy atan Türkler için geçerli değil. Bahçeli’nin bu kadar öfkeli olması da bu “ kategorik farklılıktan” kaynaklanıyor.

BİZE NİYE OY VERMEDİNİZ!

MHP’nin Bahçeli yılları, imaj mühendisliğine mesai harcandığı bir döneme karşılık gelir. Bahçeli’nin partiyi kısmen merkez sağa yaklaştırdığı bunun için de hem parti programında hem de örgütünde makyaj yaptığı inkâr edilemez. Bahçeli’nin MHP’si yıllardır hem kentli seküler seçmene hem de taşradaki muhafazakâr-milliyetçi kitleye aynı anda seslenmenin hesaplarını yaptı. Konjonktürel gelişmelerin itmesiyle sonuç da aldı ve kıyı kentlerinde oylarını görece arttırdı. MHP’liler zengin semtlerdeki ülkücülerle iftihar etmeye başlamıştı. Ancak MHP’nin, yaşam tarzları ve siyasetten beklentileri çok farklı olan bu iki kesimi aynı anda ikna edecek somut önerisi olmadığından, parti tüm politikasını “Türklüğü” yatay kesen kadim endişeler üzerine kurdu. TSK-PKK arasındaki savaşın toplumsal dokuyu bozan zemininde kendine konforlu bir yer açtı. Muhalefette olduğu 13 yılda kampanyalarında istikrarlı bir biçimde bölünme korkusunu ve Kürt nefretini işledi. AKP’ye yönelik muhalefetinde de başat unsur “Çözüm Süreci” idi. Hal böyleyken 7 Haziran öncesinde MHP, otoriterleşme ve yolsuzluklar nedeniyle güç kaybeden AKP’den ve hızlı bir yükseliş elde edemeyen CHP’den oy devşirebileceğini zannetti. Ancak olmadı; daha önce AKP’ye giden seçmenin bir kısmı MHP’ye göz kırptı ama MHP, CHP’li seçmenden umduğunu bulamadı. Ne olmuştu da kentli, seküler seçmen müesses rejim üzerinden “en yaman muhalefeti” yapan MHP’ye değil de HDP’ye sempati beslemişti? Bahçeli ve ekibi partilerinin sözü edilen seçmen kitlesi için inandırıcı demokrat bir çizgi tutturup tutturmadıklarına bakmasızın kabahati “dış mihraklara” ve “tuzu kurulara” attı. MHP’ye oy verse baş tacı edileceklerin tercihi başka olunca yaşam biçimleri ve “şerefleri” de sorgulanmaya başlandı. Türk seçmeni “nankörlük” yapmıştı ve bu nedenle de “hükümetsiz” kalmaya mahkûmdu. MHP daha önceleri sosyalistleri karalamak için kullanılan ne varsa hemen HDP seçmenine yöneltti. Amaçlanan HDP’nin barajı geçmesini üst orta sınıf mahallerinden çıkan oylara ve entelektüel desteğe indirgemek ve böylece sağ popülizmi ve onun ayrılmaz parçası anti-entelektüelizmi yardıma çağırmaktı. MHP’liler küçük burjuvazi reaksiyonerliğine oynamanın erken seçimlerde ilave oy anlamına geldiği düşünüyorlar belli ki fakat yanılıyorlar. MHP’nin siyasal alanı daraltan ve düşmanlaştıran politikası onu sağ seçmen için bir tercih olmaktan her geçen gün daha da uzaklaştırıyor.

SAVAŞ TEHDİDİ

MHP, AKP’nin daha geniş cepheli bir savaşında yardımcı güç olarak sokaklarda olacak. Bu gerçek onun iktidar ortağı olup olmasından bağımsız. Öte yandan PKK’nin misilleme adına uyguladığı şiddet, MHP’nin ve AKP’nin beslendiği zemini her geçen gün genişletiyor. PKK’nin eski usullerle savaşmaya başlaması sonucunda bizlerin Haziran 2013 sonrasında yakalamaya yakın olduğumuz birleşik direniş eğilimi de büyük zarar görüyor. AKP savaşı derinleştirdikçe, PKK saldırdıkça, ulusalcılığın kompartımanından Gezi’de ve seçimlerde çıkmaya çalışan seküler, kentli, Kemalist formasyonu olan kitleler yine o dar vagona geri gönderilmek isteniyor. Hem AKP hem de ultra-ulusalcı çevreler sosyal demokrat kitleyi sağ siyasi hattın arkasına doğru itiyor. AKP’ye olan derin güvensizlik nedeniyle bir süre daha direnç sergilenebilir fakat bunun uzun soluklu olacağını düşünmek fazla iyimserlik. O nedenle AKP ile barış olmayacağını haykırmak ama aynı zamanda Kürt nefretini AKP’den kurtulmak için manivela olarak kullanmak isteyenlere direnmek şart. Hatırlayalım milliyetçilik “şerefi” halkların haysiyetinin eşitliği olarak değil hakim unsurun bir ayrıcalığı olarak lanse eder. Sağ koalisyonun milliyetçi dayatmalarına karşı onurlu olan “davayı” değil barışı savunmaktır elbette. Ancak barış olduğumuz yerde sırf talep etmekle bize gelen bir şey değil; barış için bedel ödemeye, örgütlenmeye, memleketin her köşesinde söz söylemeye ve silahlı aktörlere direnme cesareti göstermeye ihtiyacımız var.