Bütün keyifsizliğimle klavyenin başındayım. Geçen hafta alevlere teslim olduk. Günler süren yangınlarda yaşamını kaybeden canlıların yasını tutuyorum. İhmallerin, bilgi kirliliğinin, güç gösterilerinin altında ezilen ‘canlılık onurunu’ savunanlara, korkusuzca alevlerin arasına dalanlara, soluğunu sakınmayanlara, gecesini gündüzüne katıp çabalayanlara minnettarım. Küçük çocuklarım var dolayısıyla umutsuzluk girdabından kaçıyorum. Cefanın karşısında devayı, sorumsuzluğun karşına çabayı ve vefayı koymaya, çözümün parçası olma refleksimi korumaya çalışıyorum. Bugün, varlığımızı ve yaşarken uğruna çarpıştıklarımızı değerlendirme fırsatı sunacak iki kitaptan bahsetmek istiyorum. İlk kitap duyularımız vasıtasıyla dünyayla kurduğumuz bağı şiirsel bir dille anlatıyor. İkincisi, egemenlerin sırları saklanabilsin diye hayatından olanlara dikkat çekiyor. Şifa niyetine okuyalım mı ne dersiniz? Galiba yalnızca insanın iyisi ve iyileşmişi tabiata yoldaş oluyor.

Ödüllü Portekizli yazar, Ben Dünyaya Geldiğimde adlı kitabında yeni doğan bir bebeğin iç sesini bizlere taşıyor. Ses aslında hepimizin sesi, dili hepimizin şiiri. Dünyaya geldiğimiz o ilk anlardaki bilmezliğimiz, annemizin karanlık karın boşluğunda sözcüklere bürünüyor. Var oluşumuzu keşfimiz; insanı, güneşi, çiçeği tanımadığımız, dünyanın biçimini, balığın pulunu, kuşun teleğini bilmediğimiz zamanlardan başlıyor. Anlatıya diğer canlılar da dahil oldukça sayfaların siyah zemini üzerinde yer alan renkler, görüntüler çeşitleniyor. Çaylak hayalcilikten sıyrılıp dokunmadığımız, toprağa elimizi sürmediğimiz yaşamın gördükçe ve dokundukça belirginleşen anlamına vakıf oluyoruz. Yeni olan her şeyi keşfe başladığımız anda dikkatimizi çeken kavramlar neler? Doğduğumuz gün hayranlık uyandıran ilk refleks hangisi? Şüphesiz hayat, yalnız renkliliği ile değil tatları, duyguları, uğraş ve eylemleriyle de kutlanası! Tatilin bile bir kokusu olduğunu belirten yazar yalın ama bir o kadar etkili örnekler ile ellerimizle ulaşabildiklerimizi ve zor olana ulaşma gayretimizi gösteriyor. Doğduktan sonra duyularımız ne kadar erken harekete geçirilir ise büyürken merakın parlak madalyonu o denli gururla taşınıyor. Henüz bilmediğimiz ve hissetmediğimiz ne çok şey var. Acaba insan işitmeye ve soru sormaya ne zaman başlar? Anlatının sonunda çocuk, annesinin karın içi kadar karanlık bir yere doğru bakıyor? Elini tutan birini görüyoruz. Ona göre hayattaki en muhteşem şey ne? Son sayfadaki çizim biz yetişkinlere uyarı ya da öneri niteliğinde diyebilirim. Kendisini ve dünyayı keşif sürecinde çocuğumuzun yanında mıyız? Artık bahanelere tahammülümüz yok. Dünya yaşanması daha zor bir hal alırken çocuklarımız güçlü sorulara, net cevaplara ve kararlı adımlara ihtiyaç duyuyorlar. Dünyadaki varlığı üzerine bir nebze düşünce üretmeyen, yalnız bırakılmış, sevilmemiş kişilerin eylemleri ortada. Kuşu, böceği, tohumu görmüyor, göremiyorlar. Sevmiyor, savunmuyorlar!

Şahların, tiranların, sömürgecilerin, kralların dünyasında sizce de asıl yüce olan sevgiye ve iyiliğe adanan yalın hayatlar değil mi? Gizi henüz çözülemeyen ve zamanla kendimizi daha da köleleşmiş hissettiğimiz düzen nasıl değişecek okuyup okutmadan? Sorup sorgulamadan? Bir masal kitabı tutuyorum elimde. Herkesin kendi cevaplarını verebileceği bir esrarı çözümlüyor. Bir ormanda başlayıp yine ormanda son buluyor…

sevilmemissen-savunmuyorsun-909657-1.
Koç Üniversitesi Yayınları
Yazan: Isabel Minhós Martins
Resimleyen: Madalena Matoso
Çeviren: Sevcan Şahin

Yırtık Pırtık Pabuçların Esrarı. Biraz modern zaman masalı biraz masal zaman tasarımı. Masalın hemen başında savaşmaktan usanmış bir asker ile karşılaşıyoruz. Kral adına giriştiği onca şeyin sonunda yaşadıkları ve gördüklerinin ağırlığını taşıyor. Ormandan geçerken bir kadınla karşılaşıyor. Yorgun ve yaşamaktan bıkmış birinin duymakta zorlandığı sesler neler? Kadın, askeri kralın şatosuna yönlendiriyor. Kralın12 kızı ve her gece yıpranan pabuçlarının çözülmeyi bekleyen esrarı var. Kralın esrarı çözecek olanlara vaadi büyük. Vaat asker için makul. Askere görünmezlik pelerini veren kadının bir de önemli bir uyarısı var? Kral ve prensesler ile tanışan askere uyku vakti geldiğinde bir kadeh ikram ediliyor. Gecenin karanlığında basamaklardan gelen tıkırtılar eşliğinde gizin perdesi aralanıyor. Düşsel fenerleriyle, gümüş bitkiler, altın yapraklar, pırlantadan ağaçlar arasında heyecanla ilerleyen prenseslerin ardında duyulan ürpertici ‘çıt’ sesine dönüşüyoruz. Gölün kıyısına ulaşan prensesleri kimler bekliyor? Çizer, gizi ve görkemi birleştiren etkileyici çizimlere imza atmış. Üzerimize bir görünmezlik pelerini giymişçesine gölde yaşananları izliyoruz. Prenseslerin geçirdiği büyüleyici gecenin bedelini kim ödeyecek? Düşsel bir balo salonuna uğramak, altın kadehi kaldırmak ve aşkın ne pahasına kazanıldığını görmek ister misiniz? Kral esrarı öğrenebilecek mi? Varlığa, güce, iktidara sırt çevirip gidebilmenin masalı. Vebalin, niyet okuyabilmenin, tercih bilgeliğinin masalı. İki düşsel siluet yeni bir düzen kurmak için buluşabilir ormanın içinde… Belki de karşıtlık ilkesinin avucunda tuttuğu yırtık pırtık bir pabuçtur güçlü irade!

sevilmemissen-savunmuyorsun-909658-1.
Arden Yayınları
Yazan: Jackie Morris
Resimleyen: Ehsan Abdollahi
Çeviren: Esra Özilhan Çiftçi

Taylan Koryürek’in “İnce Bir Sızıyla” adlı şiir kitabında şu dizeler yer alıyor.

“yürür gün görmüş ağaçlar

dünden bu güne

bütün çocuklar duyar

rüzgarda anlattığı

eski masalları”

Gerçekten çocuk kalbi duyuyor. Bizler duymuyoruz!

Ve Şiirsel Taş “Sekoyana’nın Kapıları” adlı eşsiz orman öyküsünde “Söz o kadar baskın çıkmış ki sese ve insan o kadar çok konuşur olmuş ki ormanın sesini unutmuş” diyor. Bilge Sekoyana bizi doğadaki örüntülere dikkat kesilip yüreğimizi ormana açmaya davet ediyor. Davete icap etmiyoruz!

sevilmemissen-savunmuyorsun-909681-1.

“Genç ağaçlar çabucak büyümek isterken anneleri hızla büyümelerine izin vermezmiş.” Peki biz ne yapıyoruz; çocuklarımızla oynamıyor, kitaplar okumuyor, masallar anlatmıyoruz. Dünyayı çocukluğunu yaşayamadan büyüyen insanlardan oluşan bir bıkkınlık küresine dönüştürüyoruz!

Flaubert’in “İnsan şu hayatta öylesine uğursuz zamanlarla sınanır ki, kime lanet okuyacağını bile bilemeyip göğe doğru haykırır. İnsanlar kadere kötü günlerde inanırlar” sözünü onaylar biçimde keyfiyetle yeryüzünde baş belası bir canlılık örneği sergiliyor, ağır sonuçlarını görüyoruz. Tüketim kıvılcımlarının, doymazlık yangınlarının failiyiz. Dünyaya geldiğimiz anın mucizesini bir mantarın toprakta beliriverişinden üstün görmeye devam ettikçe yeryüzü cennetinden bir bir sürüleceğiz.

sevilmemissen-savunmuyorsun-909682-1.