Her yerden şiddet haberleri yağıyor.

Seçim sonuçlarının da önümüze getirip koyduğu gibi toplumu biz ve onlar diye ikiye ayırarak birbirine karşı kışkırtan, düşmanlaştıranlar şiddeti adeta kutsuyor. Cemaatlerle, suçlularla, mafyayla, yandaş müteahhitle, haksız kazançla kurulan derin ve katmanlı ilişkiyle özendirilen tetikçiler ve kendinde cezalandırma yetkisi bulan ilkeller sokak aralarında, mahallemize hatta evlerimize kadar gelebiliyor. Sokaklar aksiyon film seti gibi. 20 yıldır iktidarı elinde tutmuyormuş gibi  tuhaf bir zafer duygusuyla palazlanıyor özgüvenleri. Ortada iktidar partisi lehine bir başarı da yok aslında. Muhalefet tarafının iktidar tarafına doğru iteleyerek yükselttiği tahterevallinin iki başında oturanın da ayağı yere değmiyor. Yine de taraflardan birinin yendiğine ikna olmuş taraftarın kendi kendine kutladığı zafer kraldan çok kralcı olmaya yetiyor. İktidarın nefret kültürü ve şiddet diliyle şekillendirdiği toplumda düzen hukukla değil de iktidarın keyfi uygulamalarıyla kurulduğunda bu sahte zaferin taraftarları diledikleri “düzensizlikten” rahatsız olup diledikleri cezayı vermeye muktedir oluyorlar. Ya da kim ne derse desin kendi istediklerini yapmak için gözleri dönüyor, kimseyi dinlemez oluyorlar.

İşte son birkaç günden örneklerimiz: Muğla Akbelen’de ağaçlara sarılan silahsız doğa savunucularına, vatanseverlere ağır silahlar kuşanmış saldıran asker ve polis. Toprağını, geleceğini koruyan köylülerle savaşa hazırlanan işgalci kuvvetler gibiler. Silahsız bir gazeteciyi onlarca kişinin darp ederek yerlerde sürüklediği görüntülerin Esenyurt’ta tekel bayiini basarak genç bir adamı infaz ediş görüntülerinden farkı var mı? Resmi görevlinin hukuka sığmaz işkencesi şans eseri can almazken eşkiyanın baskınında genç bir adam canından olmuş. Sanki bu özgüveni sağlayan cezasızlığın mimarı kendileri değilmiş gibi, sanki katili uğursuzu teşvik eden, onlara kadını, çocuğu, inancı, yaşam tercihi farklı olanı hedef gösteren, yaftalayan, lanetleyen kendileri değilmiş gibi, firar eden saldırganlar yakalandı diye “hizmet” ve “başarı”açıklamalarıyla böbürleniyorlar.

Bir başka doğa direnişinde öldürülen Metin Lokumcu’nun davasında bir adım yol alınamıyor. Türlü saçmalıkla Gezi direnişini örgütlediği, teşvik ettiği iddia edilen Osman Kavala, Çiğdem Mater, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Hakan Altınay, Mücella Yapıcı, Mine Özerden nedense tutuklu. Ama seçim ittifakı uğruna başta Gaffar Okkan’ın katilleri, Diyarbakır, Mardin ve Batman’da yüzlerce cinayetin yargılanıp hüküm giymiş failleri serbest bırakılıyor. Hizbullah cumhurbaşkanı tarafından “tamamen yerli ve milli bir yapı” diye tanımlanırken yerli ve milli toprakları Akbelen’de yandaşa, Çeşme’de Katar sermayesine satılmasın diye yerelde direnen, insaf ve vicdan talep eden köylüler nasıl oluyor da düşman ilan edilebiliyorlar anlamak mümkün değil.

Sivas Katliamı hükümlülerinin kaçının halen tutuklu olduğunu, kaçının infaz süresini tamamlayıp serbest kaldığını resmi makamlara sorup duruyoruz. Aldığımız net bir yanıt yok. Milletvekili olarak verdiğim soru önergesi belli ki verilmek istenmeyen bir yanıt barındırdığı için “kişisel soru” denerek yanıtsız bırakılmışken elinde benzin bidonuyla suçu sabit bir katil “kocamışlık” gerekçesiyle malum kişinin talimatıyla kapılar açılarak salıveriliyor. Ama 83 yaşındaki orgeneral Çetin Doğan’ın koğuşuna kavurucu sıcakta su verilmiyor. Mücella Yapıcı tedaviye götürülürken ters kelepçeleniyor. Her gün sokak başlarında kadınlar öldürülüyor. Katiller hep tutuksuz. Hep tahrik indirimiyle serbest. Çocuk tecavüzlerinde “bir kereden bir şey olmuyor.” Ama suçu siyasi görüşü ve etkili muhalefet yapmak olan Selahattin Demirtaş ve sayısız seçilmiş Kürt milletvekili, belediye başkanı ve siyasetçi tutsak. Hakikatin kalemleri, Merdan Yanardağ ve birçok gazeteci tutuklu. Egemenin bükülmüş hukukunu kabul etmeyen hukukçular kilit altında.

Canı sıkılan can düşmanı ağaç kesiyor, sokaktan köpek toplatıyor, yavru kediye kezzap atıyor. Tersinden kalkan adam öldürüyor, namus bekçiliğine soyunan kadın dövüyor, canı çeken çocuğa göz dikiyor. Sonra “infaz düzenlemesi” adı altında bunların tesadüfen hüküm giyenine af çıkarılıyor. Her gün katillerle, barbarlarla, silahlı şiddet düşkünleriyle aynı sokaklarda yaşamaktan rahatsız olmayan, ağzını açıp kelime etmeyen vicdansızlar kavurucu sıcakta denize giren köpeği şikayet derdine düşüyor. Başıboş köpek terörü (!) icad edip katliam yasası için seferber olanlar çocuk tecavüzünden rahatsız olup ayaklanmıyor. Onlar tecavüzcüyle mağduru evlendiren namus yasası için kaldırıyor ellerini. Sebep zayıf olana, aciz olana eziyetten rahatsız olmayan şiddeti, kötülüğü olağan gören ve içselleştiren örgütlü kötülüğün koruyucu kalkanı. Teşvik ve cezasızlık!

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan; bir tarafta örtülü af niteliğinde infaz yasası düzenlemesiyle cezasızlığın önü açılırken diğer tarafta toplumsal şiddetin önüne idam cezasıyla -yani çağ dışı ve şiddet içeren bir uygulamayla- geçilebileceğini düşünmenin çelişkisine dikkat çektiği paylaşımında olması gerekenin, hak ve özgürlüklerin güvencesi olan ceza adaletini sağlayacak bir hukuk düzeni olduğunu söylüyor.

Adil bir düzen için hukuktan ve kirlenmemiş, meslek etiğine sahip, ilkeli insanların örgütlü mücadelesinden başka yolumuz yok. Sivil toplum örgütlerinin sarartılmasına, tek ve sahipli ses yaratılmasına karşı durmalıyız. Hakkını arayan cesur halkın yanında olmalı ve çoğalmalıyız.

Cudi’de, Akbelen’de orman canları için, Çeşme’de, Urla’da, memleketin her köşesinde her karış toprağının talanına karşı, Sivas’ta, Suruç’ta, Roboski’de, Başbağlar’da adalet için, Boğaziçi’nde, Odtü’de bilimsel eğitim için, Elazığ barınak davasında sokak hayvanları için, Soma’da, Çorlu’da, Silivri’de, nerede bir hedef alış, hak ihlali varsa ayırt etmeden eşitlik, özgürlük, barış ve adalet için yılmadan, korkmadan, sinmeden itiraz etmeliyiz. Direnenin, yargılananın, susturulanın yanında olmadan kurtarıcı beklemek de halka parmak sallayıp sözde bir “değişim” için temelsiz, ideolojiden bağımsız ve kopuk lider arayışı da nafiledir.