“İstanbul İçin Son Çağrı”da bir sinema filminde yapılmaması gereken ne varsa hepsi yapılmış. Senaryosundan ışığına, kamera açısından sanat yönetimine, diyaloglarından makyajına kadar kocaman bir boşluk bu film.

Sinema bu değil
İstanbul İçin Son Çağrı (Fotoğraf: Netflix)

Son yıllarda hemen hemen hiç televizyon izlemedim. Arada bir haberlere bakardım ama şimdi cep telefonuyla çekilen ya da mobese kameralarından aktarılan görüntülerden de bıktığım için haberlere de göz atmayı bıraktım.

Film ağırlıklı birkaç dijital platform ile idare ediyorum. Dijital platformlardaki Türk dizileri fena değil hatta oldukça başarılı ama özellikle Netflix için çekilen filmler gittikçe film olmaktan çıktı. Tanıtım filmi, reklam filmi gibi sinema sanatıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan şeyler.

Bir yandan filmlerimiz, yönetmenlerimiz ve oyuncularımız çıtayı inanılmaz yükseltirken, yurtdışı festivallerinin en prestijli ödüllerini alırken, diğer yanda bu dijital platformlarda yapılan işleri anlamak mümkün değil.

En son seyretmek gafletinde bulunduğum “İstanbul İçin Son Çağrı” filmi mesela.

Başrolllerinde belki de Türkiye’nin en sevilen iki oyuncusu Kıvanç Tatlıtuğ ve Beren Saat’in olduğu bu film gerçekten de nedir?

Yıllar önce sevgili Ferhan Şensoy’la ilk oyunumuz “İçinden Tramvay Geçen Şarkı”nın finalinden sonra kendisine gidip, ondan ne kadar çok şey öğrendiğimizi söylememiz üzerine, şu unutulmaz cevabı vermişti usta.

“Çocuklar sizler de kendinizi küçümsemeyin. Ben de sizden bir tiyatroda neler yapılmaması gerektiğini öğrendim…”

Bu filmde de bir sinema filminde yapılmaması gereken ne varsa hepsi yapılmış.

Senaryosundan ışığına, kamera açısından sanat yönetimine, diyaloglarından makyajına kadar kocaman bir boşluk bu film. Sadece New York atmosferiyle ortaya başarılı bir film çıkacağını düşünmek ne kadar yanlış.

Yıllar önce çok ses getiren Aşk-ı Memnu dizisindeki Behlül ve Bihter keşke böyle bir projeyle dönüş yapmasaydı. İkisi adına da üzüldüm.

Sadece bu film değil tabii ki. Nejat İşler, Serkan Keskin gibi yine çok iyi oyuncuların bu platformlara çektikleri filmler de sabun köpüğü gibi.

Benim gerek müzik gerek sinema olsun bu dijital platformlara bakışım biraz farklı.

Ben sadece dijital bir pazar olarak bakıyorum Netflix’e de, Gain’e de, Spotify’a da.

Yani bir film çekilir ya da bir şarkı yapılır, bu ürün istenilen platformlarda yayınlanır.

Bu platformlar için, sadece bu platformlardan gelecek gelir için sinema sanatını da müzik sanatını da yok sayacak işlerden acilen kaçınılmalı. Zira bir dönem rating yüzünden televizyon programlarının düştüğü durumlar ortada.

Özellikle -ekonomik sebeplerden de olsa- sinemaya gidemeyen gençler Türk Sinemasını bu platformlardan takip etmek zorunda. Ve yapılan onca başarılı filmi ıskalayıp, Türk Sineması’nın yüz akı yapımlarını görmeyip, abonesi oldukları mecralarda izlediklerini Türk Sineması sanmaktalar.

Bu yazım da sinema ve dizi sektörüne emek veren herkese bir izleyici gözünden küçük bir eleştiri olsun. Daha özen gösterilerek çekilen filmlerde buluşmak üzere.

Kalın sağlıcakla…