Bugünlerde 2022-23 eğitim yılı sona eriyor.

Öyle görülüyor ki, sona eren yalnızca bir eğitim yılı değildir, on yıllardır sürekli aşındırılan ve temel niteliklerinden “düşünce ve uygulamasıyla” uzaklaştırılan Cumhuriyet eğitimidir.

Bu çok önemli sürece daha yakından bakılmalıdır.

“PARADİGMATİK DEĞİŞİM?”

Ders yılı sonra ererken yeni Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Yusuf Tekin de göreve başlıyor.

Beş yıldan uzun bir süre (Mayıs 2013-Temmuz 2018 arası) müsteşarlık yapmış olan Bakan Tekin, basında yer aldığına göre müsteşarlığının son döneminde şu çok önemli görüşü öne sürüyor:

“Cumhuriyet’in başından beri Milli Eğitim’de teknik düzenlemeler dışında hiçbir paradigmatik değişim yapılmamıştır.” 

Bilindiği gibi paradigma, “değerler dizisi” ya da “bir şeyin nasıl üretileceği konusunda örnek” anlamına gelir.

Yeni Bakan, Cumhuriyet eğitiminin o büyük “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” kuşaklar yetiştirme girişimini; o dönemde eğitime, tümüyle  laik ve bilimsel bir özellik kazandırıldığını; Harf Devrimini; okur-yazar sayısındaki büyük artışı; eğitimin “ekonomik ve toplumsal kalkınmanın asıl itici gücü” olduğunu; UNESCO tarafından dünyaya örnek gösterilen  Köy Enstitülerini, kız çocuklarının eğitimine; mesleki ve teknik öğretime verilen özel önemi; Halkevleri ve Halk Odaları ile dokuz sanat dalında eğitim verildiğini; kamu kurum ve işletmelerinin ve örnek üretim çiftliklerin aynı zamanda birer eğitim birimi olarak çalıştıklarını; ayrıca, tam bir eşitlikçi anlayışla parasız yatılı uygulamasını; bilimsel araştırma özgürlüğüne sahip özerk üniversitenin oluşturulduğunu v.b. yok sayıyor.

Tekin, dönemin eğitiminin, örneğin, Doğu-Batı ayırımı yapılmadan, Bakan Hasan Ali Yücel’in Önsöz’de yazdığı gibi, “insana değer veren anlayışla yazılmış; insan aklının dogmalardan kurtulmasını esas alan” 494 dünya klasiğinin dilimize kazandırılmasıyla ve Türkçeye verilen büyük önemle eğitimin gerçekleştiği “kültür ortamını” tanımıyor.  

Kendisi de profesör olan Tekin, Cumhuriyet eğitimi konusunda görüş sergileyen yerli ve yabancı bilim insanlarının bunun, Cumhuriyet’in en başarılı olduğu alan olduğu konusunda görüş birliği içinde olduklarını da tamamıyla görmezlikten geliyor.

Şurası çok açıktır ki, Cumhuriyet’in “paradigmatik değişim” yapmadığı söyleyen yeni Bakan Tekin, yukarıda özetlenen gerçekleri “bilmediğinden” ya da bu konuda “cahil olduğundan” değil, sahip olduğu dünya görüşünün bir gereği olarak yapıyor.

“CEHALET” SAHNE ALIYOR

Önce bir haber:

“CHP İzmir Milletvekili Gökçe Gökçen, Milli Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı’nın imzaladığı Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum (ÇEDES) Projesi’ne ilişkin, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’e, ‘Bu uygulama Tevhidi Tedrisat Kanunu’nu (Öğretim Birliği Yasası) ihlal etmekte midir? Görevlendirilecek olan imam, müezzin ve vaizler pedagojik formasyona sahipler midir?’ diye sordu (19 Haziran, Basın).

NE DENİR?

Soru sahibi, öyle görülüyor ki, Öğretim Birliği Yasası’nın on yıllardır delik deşik edildiği; eğitimin, bir başka yerde, “din ekseninde birleştirildiği” bilincinden yoksundur.

Partisi CHP’nin Diyanet Akademisi yasa teklifine Meclis’te destek olduğunu bilmediği anlaşılan vekilimiz ne yazık ki çok daha bilgisiz bir biçimde, son zamanlarda hemen her il, ve ilçede düzenlenen hafızlık “icazet” törenlerinin ÇEDES kapsamında görevlendirilecek olanların “formasyon sorununa” çözüm getirebileceğini de göremiyor.

Gökçen, AKP iktidarında, “anaokulundan üniversite sonrasına” dek eğitimin bütünüyle nasıl dinselleştirildiğini;  bilimsel araştırma kurumları TÜBİTAK ve TÜBA’ya el konulduğunu; Türkiye’nin 2012’de Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi CERN’e tam üyeliğinin istenmediğini;   2016’da Evrim Kuramının ortaöğretim ders programlarından çıkarıldığını; Boğaziçi Üniversitesindeki yok edici dayatmayı ve tüm bunların eğitimin bilimsellikten tamamıyla uzaklaştırılmış olduğunu da kavrayamıyor.  

Buna karşılık kendisine soru sorulan Bakan Tekin, yalnız müsteşarlık uygulamalarıyla değil, yayımladığı şeriat eksenli kitaplarında da eğitim anlayışını çok açık bir biçimde sergiliyor. Cumhuriyetin ilk yüzyılını tümüyle görmezlikten gelerek, bakanlık görevine “Türkiye Yüzyılını eğitimle inşa edeceğiz” sözleriyle başlıyor.

Cumhuriyet’in o gerçekten destansı eğitim atılımı “aydınlanma devrimi” olarak tanımlanır.

Gelinen noktada o devrim de tümüyle sona eriyor.

***

Bugün, 2 Temmuz, ülkenin bugünlere gelişinin önemli aşamalarından olan 1993 Madımak katliamının 40. Yılı. “Kahrolsun Laiklik, Müslüman Türkiye, Yaşasın Şeriat” sesleriyle otel yakıldı; yedi saat süren saldırıda, ne yerel ne de merkezi yönetim önlem aldı; olayı seyretti; 33’ü sanatçı 37 insan yaşamını yitirdi; cinayeti işleyenlerin büyük bölümü bugüne dek bulunmadı. 

Ama başka bir şey bulundu(!) Geçtiğimiz günlerde sonuncusu “İslamo-Faşizm” olmak üzere “Madımak süreçleri” diyebileceğimiz konudaki araştırma ve yayınlarıyla tanınan gazeteci, yazar, yayıncı Merdan Yanardağ tutuklandı.