Geçen hafta, Türkiye’deki “kadın cinayetlerine” bir yenisi eklendi. Üniversite öğrencisi Özgecan Aslan’ın vahşice öldürülmesinin ardından yaşanan infial, bu kez TV starı Nihat Doğan’ın tweeti üzerinden akıyor.  Tweeti tartışılan TV starının, geçmişte “benim olmazsan taciz ederim / iyilikle olmazsa vallahi zorla” sözlerine sahip bir şarkıyla hatrı sayılır bir popülarite kazanmış olması, tartışmanın tuhaflığının küçük bir özeti. Doğan’ın paylaşmak bile istemediğim tweeti üzerinden “tecavüz normalleştirmenin” masaya yatırılması elbette bir şey. Doğan’ın kabaca ifade ettiğinin aslında çok çok geniş bir kesimin bakış açısı olduğunu kabul etmekse başka bir adım olacak. Bu yüzden medyada kadın cinayetlerini “münferitleştirmek” için yapılanları hatırlatmak boynumuzun borcu. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun derdi bu.

Pippa Bacca cinayeti
2008 yılında “Barış Gelini” projesi için Milano’dan Tel Aviv’e doğru yola çıkan İtalyan sanatçı Pippa Bacca, yolu Türkiye’den geçerken tecavüz edilerek öldürülmüştü. Medya, bu cinayetin ardından “kadın cinayetlerini” masaya yatırmak yerine “sapık katile” günlerce öfke kusarak reytingini şaha kaldırdı. Bir de bu olayın Türklere mal edilmemesi telaşı vardı. Hürriyet’in 13 Nisan 2008 tarihli “Türkler iyi insanlardır, kızım sapık kurbanı oldu” manşeti, her ne kadar Bacca’nın ailesinin bir beyanatına dayansa da, Türkiye medyasının bu konulardaki refleksinin bir özetiydi.

Sarai Sierra’nın ‘namusu’
2013 yılının başlarında yalnız başına geldiği Türkiye seyahatinde öldürülen Amerikalı Sarai Sierra isimli bir kadının ardından yapılan haberciliği hatırlıyor musunuz? Medyanın en çok ilgisini çeken detay, kadının evli olmasına rağmen yalnız başına tatile gelmiş olmasıydı. Sırf bu yüzden, ajan veya uyuşturucu kuryesi olabilir iddiaları ortaya atıldı, öldürülen kadının yabancı olması nedeniyle olayın Türkiye imajına ve turizmine zarar vermemesi için “Sierra’nın ailesi Türkiye’ye teşekkür etti” tarzı haberler imdada yetişti. Özellikle Takvim gazetesinin Mevlüt Yüksel imzalı, “yazı dizisi” bu konuda ibretlik bir “kadına bakış” vesikasıydı.

Su testisi su yolunda ve evlilik kutsama
Sunucu Defne Joy Foster’ın bir sağlık problemi nedeniyle ‘bir başkasının evinde’ ölümünün ardından yine “evli kadının kocasından ayrı eğlencede ne işi var?” sorusu devredeydi.  “Defne’nin ölümü, tipik bir ‘su testisi su yolunda kırıldı’ olayıdır” yazan Hıncal Uluç da o günlerde Nihat Doğan’a benzer bir tepki seliyle karşılandı. Sonra da unutuldu, aynı köşede “Hıncal Abi” kontenjanından devam ediyor hâlâ. Tıpkı Seda Sayan’ın iki eşini öldüren bir adamı programına konuk edip; “Bu kadar güleryüzlü bir katil gördünüz mü?” diye sorabildikten sonra, sanki “hiçbir şey olmamışcasına”, üstelik  “evlendirme programıyla” ekran macerasına devam etmesi gibi.

Münevver Karabulut
“Münferit” bir “öfkeli sevgili” olayı olarak ele alınan Münevver Karabulut cinayeti de, medyanın gündemde tutma bahanesiyle “etinden, sütünden” yararlandığı bir cinayet olarak tarihe geçti. Bu konuda sadece tıklatma şehvetiyle yapılan haberler, hazırlanan foto galerileri de ibretlikti. Zaten özellikle internet medyasının tecavüz haberlerindeki “tıklatma” trikleri, tek başına ayrı bir yazının konusu olur.

Öfke kusmak neye yarar?
Kadın cinayetlerinde medyanın elbirliğiyle “sapık” katile öfke kusması, belki katarsis ihtiyacına karşılık veriyordur ama bir şeylerin çözümü değil. Her kadın cinayetinde “katiller haricinde bir iki de şöhretli kurban” bularak, olayı “münferite” bağlamak, yeni bir kadın cinayetine dek kendimizi rahatlatmaktan başka bir işe yaramıyor. Tecavüzü ve kadın cinayetlerini “politik bir gerçek” olarak ele almadıkça oyalanacağız. Sadece medyanın sorumlu davranmasıyla da bitmez ki, zaten medya toplumdan bağımsız değil. Hani pisliği yüzüne vuruyor derler ya, işte öyle bir şey. Toptan bir arınma gerek. Önce şu “münferit” kavramını atalım; gözümüzden ve dilimizden.