Akşener’in gidiş gelişleri, Millet İttifakı’nın zoraki ve çelişkili karakterini gözler önüne sermişti. Masa’dan kalkıp AK-Şener olmaya gitmesi ve mecburen Akşener olarak geri dönmesi geleceğin hafızasına da kazınmış oldu. Bu mecburi dönüş Millet İttifakı için elbette seçimlerde faydalı olacaktır. Akşener’in kendi seçmeni indinde kaybettiği itibar ve oy kaybı da Kılıçdaroğlu ve CHP hanesine bir kazanç olarak yazılacaktır. Aslında Akşener’in Masa’yı terk edişiyle Kılıçdaroğlu’nun eli nispeten serbest hale gelmişti; mecburi dönüşüyle, ironik olarak eli daha da serbestleşti. HDP ve sosyalist güçlerle daha serbest bir diyalog ve hatta işbirliği imkânları gündeme gelebildi. Çünkü Akşener boşluğunun doldurulamaz olmadığı görülmüştü artık.

Her neyse olan olmuştur ve bundan sonra olacaklara bakmaktan başka makul bir seçenek yoktur. Madem Akşener sorunu şöyle ya da böyle çözüldü, “o halde”, bundan sonrası için, olup bitenleri de unutmadan, daha titiz adımları atabilmekte kararlı olmak önemlidir.

***

“O halde?” O halde Kılıçdaroğlu ve CHP toplumsal muhalefetin ve sosyalist güçlerin taleplerine ve uyarılarına daha fazla kulak verdiği takdirde kazanma ihtimalinin daha da artacağını görebilmelidir.

O halde, bu uyarıların ve desteğin tarihsel önemini hatırlatmak da belki faydalı olur. Bakın dün 12 Mart 1971 tarihinde generallerin verdiği faşist muhtıranın 52. yıldönümüydü. Geçmiş yıllarda bu tarih faşist bir musibetin unutturulmamasına vesile olması için gündeme getirilir ve tartışılırdı. Ama sonraki yıllarda 12 Mart da, birçok gelişmenin gölgesinde kaldı. Oysa parlamentonun açık kaldığı ama siyasetin generaller tarafından şekillendirildiği üç yıllık faşist bir kâbus dönemi olarak yaşanmış ve 14 Ekim 1973 tarihinde yapılan genel seçimlerle sona ermişti. O dönemin CHP lideri Bülent Ecevit “halkın umudu” olarak sahneye çıkarılmıştı. Peki ama, Ecevit’in seçim zaferinin ardında kimler vardı?

12 Mart sonrasında Ecevit “efsanesinin” öne çıkmasında, seçim kazanmasında 12 Mart faşizminin bir an önce sona ermesi için devrimcilerin dağa taşa “Karaoğlan”’ yazmasının ve Ecevit’i yalnız bırakmamasının payı da çok büyüktü. CHP ise o yıllarda şimdiki Karamollaoğlu’nun o zamanki lideri Necmettin Erbakan’ın Milli Selamet Partisi ile koalisyon kurarak hükümet olabilmişti. Evet, bu sayede 12 Mart faşizmi sona ermişti. Ama ortalık güllük gülistanlık olmamıştı elbette. Bunda da “teslimiyetçi” Ecevit’in rolü büyük olmuştu.

Hiç unutmam, bu köşede daha önceleri de hatırlatmış olmalıyım, 1974 yılında Ankara Necatibey Caddesi’ndeki Derya Sineması’nda bir toplantıya katılmıştım. Sosyalistler, Ecevit politikalarını tartışıyordu. Çünkü o sıralar hükümet kurma şansını yakalayan Ecevit’te uzlaşmacı bir haller başlamıştı, 12 Mart’ta yaşanılan işkence ve zulüm üzerine sünger çekmekten söz ediyordu. Toplantıda Can Yücel konuşurken Ecevit’e şöyle seslenmişti:
“O süngeri sıktığın zaman, süngerden kan damlıyor, kaaaaan!”

***

Can Yücel’in o sözlerini Kılıçdaroğlu da unutmamalıdır. Elbette yeni dönem intikam duygusuyla inşa edilemez. Cumhur İttifakı’na oy verenlerden hesap sormak hiç kimsenin aklından geçmez. Ama sadece beşli çetelerden değil, memleketi felakete götüren, son olarak depremde on binlerce canın yitirilmesinden sorumlu olanlardan hesap sorulacağı söylendiğinde, seçmenlerin tamamının olmasa da ezici çoğunluğunun desteğini alacağı bilinmelidir.

12 Mart dönemi, parlamentoyu etkisizleştirerek ve sıkıyönetim bildirileriyle fiilen yöneterek üç yıl hüküm süren generallerin dönemi olarak tarihe geçmiş ve sona ermişti. Şimdi 22 yıl süren bir 12 Mart dönemi olarak, parlamentoyu yine etkisizleştirenlerin, ülkeyi fermanlarla yönetenlerin dönemi de sona erecek. Çağ değişti, dağa taşa “Bay Kemal” yazmaya gerek yok. Ama sosyalistler 22 yıllık 12 Mart döneminin sona ermesi için de yine en önde olacaklar. Bundan da kuşku yok. Yeter ki Can Yücel’in sünger sıkmaya ilişkin söyledikleri yine gündeme getirilmesin.