“Dünyada kara deliğin ilk fotoğrafı çıktığı günlerde, biz mazbata peşindeydik” diye anlatacağız torunlarımıza. Kara deliğe düşmemiş olursak tabii. “Dede mazbata ne?” diye soracaklar. “Boşver” diyeceğiz.” Böylece giden bir twit attım geçen hafta. Bu aslında “seçim sonrası bir medya değerlendirme yazısı yazsana, buna ihtiyaç var” diyen tüm dostlara ve okurlara bir yanıttı. İyi etkileşim aldı ama […]

“Dünyada kara deliğin ilk fotoğrafı çıktığı günlerde, biz mazbata peşindeydik” diye anlatacağız torunlarımıza. Kara deliğe düşmemiş olursak tabii. “Dede mazbata ne?” diye soracaklar. “Boşver” diyeceğiz.” Böylece giden bir twit attım geçen hafta. Bu aslında “seçim sonrası bir medya değerlendirme yazısı yazsana, buna ihtiyaç var” diyen tüm dostlara ve okurlara bir yanıttı.

İyi etkileşim aldı ama doğal olarak kimse bu twiti böyle anlamadı. Ben de oturup en iyisi yazılara geri döneyim dedim. Çünkü bence medya eleştirisi dediğimiz şey, artık tek odağa kilitlenerek yapılacak iş değil. Okur / izleyici medyanın kendisi olmuşken, medyanın içinde yaşarken yer yer eleştirinin hem öznesi hem parçası olmalı.

Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda derdim şu: Gündelik hayatın anaforunda sürüklenirken unuttuğumuz başka seçimler. Bence bu seçimlerin en önemlisi: Teknolojiye karşı insanlık. Hangisinin tarafında yer alacağız? İnsan olduğumuz için insanlığın tarafında yer almamız beklense de öyle olmuyor. Nasılına bir bakalım:

YAKLAŞAN ÇATIŞMA

Gerd Leonhard’ın 2016 tarihli Technology vs. Humanity (Türkçede: Teknolojiye Karşı İnsanlık, Siyah Kitap, 2018) kitabı, “insanlığın önümüzdeki 20 yılda değişimi, geçtiğimiz 300 yıldan daha fazla olacak.” iddiasıyla başlıyor. Bu öylesine atılmış bir iddia da değil. Moore yasasına dayanıyor. Bu kanıtlanmış yasa şunu diyor; her 18 ila 24 ayda bir, 1000 dolara alabileceğiniz bir işlemcinin hızı ikiye katlanır. Bu yasayla, yapay zekânın genetik ve malzeme biliminin gelişim hızı da paralel. Kara deliğin fotoğrafının çekilmesi de bu işlem gücüyle mümkün oldu. İş bu durumda, insan ile makinenin çatışması giderek yaklaşıyor. Çünkü, ünlü bilim insanı Ray Kurzweil’in öngörüsü şu: Bilgisayarlar, 2025 yılına gelmeden tek bir insan beyninin işlem gücünü geçecek; üstelik 2050 yılına dek tek bir bilgisayarın işlem gücü, tüm insan beyinlerinin toplam gücüne denk olacak.

DERİN ÇELİŞKİMİZ

Gerd Leonhard’ın keşke herkes okusa dediğim söz konusu kitabı bu çatışma öncesi bir manifesto niteliğinde. Bu satırları yazan birey olarak kendimi hariç tutmadan söylüyorum: Biz özellikle ülke olarak, insanlık tarihini ilgilendirecek seçim öncesinde, öylesine kendimizle ilgiliyiz ki, beni asıl korkutan bu. Bir yandan özgür bir bilim ortamının gelişmesi için de işleyen bir demokrasi gerekiyor. Çelişkimiz derin.

MEDYAYLA İLGİSİ NE?

Bunu medyayla nasıl ilişkilendirdiğimi merak edenler olmuştur. Biz ana akım medyanın hâlâ var olup olmadığı gibi sorular üzerindeyken en değerli varlığımız olan verilerimiz makinelerin elinde. Bu veriyle oluşan ve küresel şirketlerin eline geçen medya gücü, şu an medyayı elinde tuttuğunu sananların (seçim sonuçlarına bakılırsa şu anda bile tutamıyorlar o ayrı) çok ötesinde. Biz teknolojinin gelişimini, sadece işimizi kolaylaştırması, yeni fırsatlar sunması ve hayranlık üzerinden ele alırsak bu iş bambaşka yerlere gidecek. Karamsarlığa kapılıp teknolojiye karşı cehaleti savunacak değilim elbette ama bu, teknolojinin yarattığı cehaleti eleştirmemize de engel değil. Daha önemli şeyler var diye medya eleştirisini de bırakmayacağım. Ancak o medyanın içinde kendi suretimizi ve sorumluluğumuzu fark etmemiz şart. Her şeyden önce bireysel olarak teknolojiyle ilişkimizi ve haklarımızı iyi tanımlayıp, sınırlarımızı çizmemiz, tarafımızı belirlememiz gerekiyor. Leonhard’a göre, dijital çağ için beş temel hak talep etmeliyiz: 1- Biyolojik kalma hakkı 2-Teknolojiden daha yavaş ( veya verimsiz) olma hakkı 3-Bağlantıyı Kesme Hakkı 4-Anonim Olma Hakkı 5-Makineler yerine insanları işe alma hakkı.

Bu haklar bizim medya hatta demokrasiyle bile ilişkimizi belirleyecek. Öyle ki, insanlarca yürütülmesi gereken demokratik işlevlerin botlara, makinelere, platformlara ve diğer akıllı teknolojilere geçmesini savunanlar dahi var. Bizse mazbatayı alma hakkı kısmında takılıp kalmış durumdayız. Hem de makinelerden değil, insanlardan.