Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan “Tarımsal Üretimin Planlanması Hakkında Yönetmelik Taslağı” geçtiğimiz günlerde görüşe açıldı. Yönetmelik taslağı, bir senedir hazırlanmakta olan ve tarımda sömürü planı olarak nitelediğimiz tarımsal üretimi ve kırsal alanı emek sömürüsü ve sermaye yanlısı biçimde düzenleme yönündeki yapısal dönüşüm planının bir uzantısı.

Hatırlatmak gerekirse söz ettiğim sürecin en önemli adımı “Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” idi. Teklif mart ayında TBMM’de komisyona gelmiş ve ardından çoğu muhalefetten oluşan 264 vekilin katılmadığı bir oylamada 242 oy ile kabul edilmişti. Teklifin önerdiği değişiklikler arasında çiftçiler için yeni bir kayıt sistemi oluşturulması, üretim için izin alma zorunluluğu, istenilen ürünü ekmeyene yönelik cezai yaptırımlar, ekilmeyen toprakların Bakanlıkça kiraya verilmesi türünden esasen şirketlerin üretim modeli olan sözleşmeli üretimi dayatmaya yönelik adımlar bulunuyordu.

***

Değişiklerin kabul edilerek yasalaşmasıyla bitkisel üretim, hayvancılık ve su ürünlerinde izinsiz üretime son verildi. İşte geçtiğimiz hafta yayımlanan yönetmelik taslağı da bu planlamanın ve izin mekanizmasının nasıl işleyeceğini tarif ediyor. “Bakanlıkça belirlenen ürün veya ürün gruplarının” üretimi için çiftçilerin Bakanlıktan izin alması sürecine ilişkin karar mekanizması ile kıstasların nelerden oluşacağını ifade ediyor.

Taslağa göre üretim planlaması için Tarım ve Orman Bakanlığı’nın da dâhil olduğu bir “Tarımsal Üretimin Planlanması Kurulu” oluşturulacak. Kurul üretilecek ürün ve ürün grupları ile miktarına karar verecek. İhtiyaç duyulması halinde üniversiteler, STK’ler ve özel sektör de kurula temsilci olarak yer alabilecek. Taslağa göre Kurul’un gıda güvencesi ve güvenliği, verimliliğin artırılması, çevrenin korunması ve sürdürülebilirliğin tesisi gibi görevleri var.

Henüz yönetmelik taslağı hazırlanmadan önce planlamanın, bu gibi gerekçelerle ilişkisinin temelsiz olduğu görünüyordu. Zira üreticilerle, köylüleri ve küçük çiftçileri içeren bir karar mekanizması kurulmayacağı belliydi. “Üretim planlaması”nda çiftçiyi düşen ise sistemine kayıt olmak, belirlenen takvim doğrultusunda başvuru yapmak ve sonucu beklemek. Yani yönetmelik çiftçileri olabildiğince edilgenleştiren bir pozisyona sıkıştırıyor. Hatta itaatsizlik yapan çiftçiyi de cezalandırmayı vaat ediyor. Meclis’te kabul edilen teklifin diğer maddeleriyle birlikte düşünürsek Bakanlığın belirlediği ürün ve ürün gruplarında izin almadan ekim yapan çiftçiler önce yazılı uyarılacak, ardından 5 yıl süreyle tarımsal desteklemelerden men cezası alabilecekler. Yine devam ederlerse de elde ettikleri yıllık brüt hasılanın yüzde birinden beşine kadar idari para cezası alabilecekler.

***

Yani bu model ile kırsal alana, gıda üretimine ve kır emekçilerinin yaşamlarına ilişkin tüm haklarına cezai bir süreç eşliğinde el konuyor. Yönetmelik gıdanın üretim, yönetim ve denetimine ilişkin tüm kararlar ile toprak, su, tohum, topoğrafya verisi gibi çiftçilerin tüm tarihsel bilgi birikimini de kapitalizmin ve emperyalizmin bürokratik ve teknokratik alanına hapseden bir süreç tarif ediyor.

Dahası, Kurul’un görevleri arasında yer alan maddeler içerisinde ifade edilen “tarım, sanayi ve kırsal kalkınma entegrasyonu” bilhassa endişe verici bir nitelik taşıyor. Zira bugüne kadarki pratiklerine bakıldığında iktidarın “kırsal kalkınma” anlayışının tam da kırın sanayileşmesine, kentleşmesine, turistikleşmesine ve türlü sermaye yatırımlarına açılmasına tekabül ediyor. Başka bir deyişle kırsal alanın küçük çiftçiler ve köylüler tarafından üretilen tüm niteliklerinin yok edilmesine denk düşüyor.

Geçtiğimiz aylarda ortaya atılan “kırsal dönüşüm projesi” de böylesi bir “entegrasyon”un ürünüydü aslında. Akıllı köy evleri, Tarıma Dayalı İhtisas OSB’ler, sözleşmeli üretimin yaygınlaştırılmasını içeriyordu… Ne kadar tekrar etsek, altını çizsek az… Küçük çiftçileri ve köylüleri ücretli işgücüne dönüştürecek, kırsal yaşam alanlarını sanayiye açacak, kır emekçilerin emeklerine, iradesine, toprağına el koymanın ve seçeneksizliğin yasal ayağı oluşturuluyor. Böylesi bir düzenekten ancak yapısal sorunlarla birlikte beslenmeyi de toplumsal ve iktisadi bir kriz olarak derinleşmesi beklenir.