Türkiye'de rejim 1990'lı yılların ilk yarısından bu yana Siyasal İslam'ın meydan okuması karşısında poyraza tutulmuş yaprak misali sallanıyor. Siyasal İslam bir dip akıntı olarak cumhuriyet tarihi boyunca varlığını korudu. Erken cumhuriyet yıllarında izlenen politikalar karşısında mevzi kaybedip yeraltına inse de tamamen ortadan kaybolmadı. İslamcı aktörler, 1950'deki iktidar değişimiyle birlikte üzerlerindeki denetimden bir miktar kurtularak daha rahat örgütlenmeye başladılar. İlk yaptıkları iş yurt açmaktı. CHP'nin son zamanında araladığı DP'nin ise sonuna kadar açtığı kapıdan yürüyenler İmam Hatipler'in artırılması için büyük gayret sarf etti. Okulların yakınlarına yurt binaları kuruldu, taşradan gelen öğrenciler bu yurtlarda politik sosyalizasyonunu tamamladı. Yurtta kalanlar için 'sohbetlerin' düzenlenmesi, yurtlara camilerde para toplanması Siyasal İslam'ın ajandasına dahil oluyordu artık. Fakat DP neticede CHP'nin içinden gelen bir kadro tarafından yönetildiğinden İslamcı motiflere göz kırpmak ve alan açmak dışında bir iş yapmadı. Bir başka ifadeyle Siyasal İslamcılığın bayraktarlığını üstlenmedi. "Karşı devrim" betimlemesi o nedenle abartılıdır. Bununla beraber DP dönemi boyunca mayalanan Siyasal İslam 1960-1980 arasında sağın kutsal ittifakının bir parçasına dönüştü.
Erbakan çizgisi 1960'ların sonlarından itibaren İslamcı iddiaları sivrilterek seküler yaşam tarzına aleni bir savaş açıyordu. Ancak Erbakan ve kadroları Milliyetçi Cephe ortağı olduğu günlerde dahi devleti ele geçirme kapasitesine sahip değildi. Daha çok kritik mevkilerde kadrolaşmalarla güç kazanma yolunu seçtiler. İslamcı gençler, anti-komünizm rüzgarı altında milliyetçilikle kol kola gezindiğinden 'devleti korumayı', onu zapt etmeye öncelemişti. 70'lerin radikal İslamcıları ise İran Devrimi olduğunda büyük bir hayranlıkla, "Biz de yapar mıyız" aşkına tutuldu. Siyasal İslam 1990'larda yeniden yükselişe geçtiğinde daha kapsamlı bir projeye sahip görünüyordu. Anadolu sermayesini arkalarına alarak 'merkezi' zorlamak temel stratejilerinden biriydi. Fakat zihinlerindeki dönüşümü gerçekleştirebilecek araçlara sahip değillerdi; devlet gücünü ancak sınırlı bir biçimde kullanabiliyorlardı.

Bugün AKP ile temsil edilen Siyasal İslam projesi, Milli Görüş mirasından pay almış olmakla birlikte ondan çok daha fazlasına tekabül ediyor. Artık İslamcı kadroları önemli mevkilere yerleştirmek, kendi sermaye sınıfını oluşturmak, dini toplumsal ağlara yeni imkanlar sunmak ile sınırlı bir siyasetten söz etmiyoruz. Aksine yeni kurumlar ihdas eden, İslamcı aktörleri devlet zırhıyla koruyan, 'seküler' sermayeden İslamcı derneklere kaynak aktartan, toplumsal yaşamı sadece yasalarla değil 'aşağıdan' dönüştüren bir devlet projesinin olgunlaşmasına tanık oluyoruz. TÜRGEV, ENSAR, KAİMDER ve daha niceleri bu projenin operasyonel bir parçası.

Devlet projesi olarak İslamcılık, cemaatin stratejisini takip eden bir TÜRGEV yarattı. Şimdi de yılbaşından beri pişirilen Maarif Vakfı devreye sokuluyor. İktidar, atanamayan öğretmenleri memur yapmadan vakıf üzerinden yurtdışında görevlendirmeyi hesaplıyor. Yurtdışındaki cemaat okullarının kadrolarını tasfiye edip okulları Maarif Vakfı'na bağlama hamlesi sadece 'paralel ile mücadele' işi olarak görülmemeli. Ötesinde devlet projesi olan Siyasal İslam'ın 'içerisi' ile 'dışarısı' arasında yeni ilişkiler kurmasının bir unsuru olarak düşünülmeli.

Eğer bugün İslamcı vakıflar birer resmi kurum gibi işlerlik kazanmışsa, tüm bu merkezlerdeki hukuksuzluklar iktidar tarafından kollanıyorsa, suç örgütüne dönüşmüş dernek ve vakıflar değil de onları protesto edenler, ipliklerini pazara çıkaranlar soruşturuluyorsa, bu proje epey yol almış demektir. Şimdinin iktidarı, her iktidar gibi eninde sonunda tarihe karışır ancak devlet projesi haline gelmiş bir Siyasal İslam'dan kurtulmak o kadar kolay değildir. Laikliğin, ileri sürülenin aksine bir zümrenin hayat tarzının dayatılması değil, eşitlikçi ve özgürlükçü bir yaşamın temel şartı olduğunu hatırlatacak tartışmalara ve eylemliliklere ihtiyacımız var. İktidarın icat ettiği kutlamalara katılarak ya da tartışmayı "Gerçek İslam nedir ne değildir" mevzisine çekerek İslamcı oldubittilere cevap üretilemez.

Liberallerin İslamcı proje karşısında suskunluğu, sosyal demokratların çekingenliği umutsuzluğa sürüklemesin. Velilerle, öğrencilerle, eğitim emekçileriyle ve demokratik sivil toplumla bütünlüklü bir proje geliştirerek çocuklarımızın geleceğini şimdiden kurabiliriz. Çünkü biz tehlikenin farkındayız!