Kadınları toplumdan uzak tutmak için dönem dönem siyasetçiler, bürokratlar üzerleine vazife olmayan açıklamalar yaparken bütçesiyle bakanlıkları geride bırakan diyanet işleri başkanının fetvaları da gündem oluyor. Henüz kendi mahallesinden alkış almanın ötesinde resmi uygulama için fırsat bulamadıklarından hayalini kurdukları “Yeni Türkiye” için bu düzenlemeleri ses getirecek(!) açıklamalarla toplumu doz doz alıştırdıklarını düşünüyorlar. Bunun için AKP belediyelerinin yönettiği kentlerde ya da kimi dairelerde de uygulamalara geçiliyor.  Daha yeni kız ve erkeklerin ayrı okullarda okuması konusunu sanki kız çocukların okula gönderilebilmesi için bir lütufmuş gibi sunan Milli Eğitim Bakanı gündemdeydi. Bu çağ dışı uygulamalara kadını giyimi, tercihi ile yargılayanlar sanata karşı baskıcı ve kısıtlayıcı tutumlarını en çok da kadın sanatçılara yöneltiyorlar.

Kadınlar ve erkeklerin eşit yurttaş olarak kabulü için getirilen düzenlemeler Cumhuriyet aydınlanmasının ilk ve önemli adımlarından olmuştur.  Atatürk 5 Ağustos 1924’te “Türkiye Muallimler Kongresi”ni toplamış ve toplantıda kadın öğretmenleri neden erkeklerle ayrı sıralarda oturttuğunu sormuş ve sonraki toplantılarda yan yana oturmalarını istemiştir. Türk kadınının toplumsal yeri ile ilgili bu ve benzeri cesur düzenlemelerin ardından eşit temsil, seçme ve seçilme hakkı gibi çağın önünde adımlar atılmıştı. Atatürk eğitim ve temsil haklarının yanı sıra kadınların sanat alanında hak ettikleri gibi yer almalarını da çok önemsiyordu. 21 Mart 1923’te Konya’da kadınlar ile yaptığı konuşmada: “Kadınların erkeklerden daha aydın, daha kültürlü ve daha fazla bilgili olmaları zorunludur”diyen Atatürk kadınların eğitilmesi, toplumdaki yerleri, kılık kıyafetleri hakkında konuşmalar yaparak, bu konuyu ne kadar çok önemsediğini ve öncülüğünü açıkça ortaya koymuştur.    

Birinci Dünya Savaşı sürecinde erkekler askere alındığından şehirlerde çalışan kadroların yetersizliği nedeniyle kadınların genel hayata katılarak erkeklerden boşalan yerleri doldurmaları gerekli hale gelmişti. O zamana kadar sadece kız okullarında öğretmen olarak devlet memurluğu yapan kadınlar zorunluluk nedeniyle devlet dairesinde memur, sokakta satıcı, fabrikada işçi olma “izni” elde ettiler. Bu görevlerin ardından sahneye de çıkabilecekleri düşünülmeye başlandığında tabuları aşmak hiç de kolay olmamıştı. Süreç içinde sanat adına önemli bir adım atılarak Darülbedayi’ye, öğrenci olarak Türk kızlarının alınması kararına rağmen büyük usta Muhsin Ertuğrul’un Türk kadınlarının sahneye çıkması hayali ancak 1920 senesinde gerçekleşebilmişti.  1920 yılında Hüseyin Suat’ın “Yamalar” oyununu sahneye koyulduğunda Emel rolünü oynayan Eliza Binemeciyan topluluktan ayrılarak yurt dışına gittiği için bu rolü oynayabilecek bir kadın oyuncuya ihtiyaç oluşunca bu rol için Afife (Jale) sahneye çıkar. Afife ve birkaç arkadaşı o zamana kadar ancak suflör, asistan olarak sanat icra edebiliyorlardı. Ancak bu oyun ve ardından  “Odalık” ve “Tatlı Sır” oyunlarında da itirazlar, ihbarlar devreye girer.  polis baskınlarıyla girişim engellenir, Afife kaçırılır, kovalanır, karakola alınır. Sonunda İçişleri Bakanlığının gönderdiği bir genelge ile Müslüman kadınların sahneye çıkmaları resmiyete dökülerek yasaklanır. Cumhuriyetin ilanına kadar hiçbir müslüman kadın sahnede yer alamaz. Afife Jale’nin ardından Seniye, Şaziye Moral, Neyire Neyir, Bedia Muvahhit gibi sanatçılar sahneye çıkan öncü kadınlar olmuşlardır.

Biraz daha eskiye gidelim. Şubat 1909’da, İzmir’de, Sporting Klüb’te, Namık Kemal’in Vatan oyununun kadınlar için, eşleriyle birlikte izleyecekleri bir gösteriyle sahnelenmesi arzu edildiğinde İzmir gibi çağdaş ve çok kültürlü bir kentte bile tepkiler yükselmiş ve kadınların eşleriyle birlikte bile tiyatroya gidip oyun izlemesine bile tahammül gösterilmemiş ve Müslüman bir grubun kulübü kuşatmasıyla oyun iptal edilmiştir. O tarihten yıllar sonra kadınların tiyatro sahnesinde yer almaları ve yasaklar olmaksızın özgürce tiyatro izlemeye gidebilmeleri yine İzmir’de Mustafa Kemal Atatürk sayesinde mümkün olabilmiştir. O güne kadar sahneye çıkan azınlık toplumlara mensup kadınlar  türlü aşağılamayla hor görülmüş, hafif meşreplik damgasıyla yaftalanmaktan kurtulmuş, sahnede ancak takma isimlerle yer alabilen Türk kadınlar, kaç/göç ve korku içinde sanata adanan hayatlar özgürleşmişti.

Cumhuriyet’in ilk kadın oyuncularından Bedia Muvahhit’i Halide Edip Adıvar'ın Ateşten Gömlek romanından sinemaya uyarlanan filmde Ayşe rolünde izleyen Atatürk 1923 yılında İzmir'de bulunduğu sırada turnede olan Darülbedayi oyuncularıyla yaptığı görüşme sırasında tiyatroda Türk kadın oyunculara yer verilmesi arzusunu dile getirince Bedia Muvahhit kısa sürede hazırlanarak 31 Temmuz 1923 günü Ceza Kanunu adlı oyunda Sacide rolüyle sahneye çıkar. Güzelliği ve yeteneği ile Yahya Kemal’in şiirlerine de ilham kaynağı olduğu bilinen Bedia Muvahhit’in sinemada rol alışı gibi tiyatro sahnesine çıkışı bazı çevrelerce yadırganmışsa da modern, eğitimli ve yetenekli bir kadın olarak tiyatro tarihimizde iz bırakan ve ülkemizi yurt dışında da temsil eden bu Cumhriyet kadınının cesareti ve ışığı bugünün kadınlarına ve mücadelelerine ilham olmaya devam ediyor.

Önceki gün Bedia Muvahhit’in Atatürk’ün isteğiyle ilk kez İzmir’de bir tiyatro oyununda sahneye çıkmasıyla birlikte kadının sahneye çıkması ve kadınların tiyatroya gitmeleriyle ilgili yasağın kalkışının 100. Yıl dönümünde İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu sahnesinde Bedia Muvahhit anısına sahnelenen oyunu izlerken bizi kuşatan karanlığa teslim olmamak için ne çok sebebimiz olduğunu düşündüm. Bu anlamlı akşamda yönetmen Ozan Çolak, Bedia Muvahhit’in öyküsünün, sadece bir kadının tiyatro sahnesine çıkma hikâyesi değil bir devrim hikâyesi olduğunu söylerken haklıydı. 1993 yılında Bedia Muvahhit’in 70. Sanat yılı için İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda o dönem Gencay Gürün yönetiminde genel sanat yönetmen yardımcılığı ve baş dramaturg olarak görev yapan edebiyat ve tiyatroya ömrünü adamış sevgili annem Füsun Akatlı’nın kaleme aldığı oyun metninden de faydalanılmış olması benim için ayrı bir sevinç ve onur oldu. O gün sahnede Bedia Muvahhit de hazır bulunmuş ve ölümünden bir yıl önce ağırlanmıştı. Aydınlığa olan özlemimizi devrimlerimize, kazanılmış haklarımıza, laikliğe ve en çok da sanata sarılarak sahiplenmemiz gerektiğini hatırlatan bu önemli etkinliğe olanak veren kavrayışa öncülük eden Tunç Soyer ve bu eserin tiyatro seyircisiyle buluşmasına vesile olan Yücel Erten de aydınlanmanın belleği ve geleceğe aktarımının öncüleri olarak büyük bir teşekkür hak ediyorlar.  

Bedia Muvahhit’in İzmir’de sahneye çıkışının ardından, Muhsin Ertuğrul da İstanbul’da müslüman ve Türk kadınların tiyatro sahnesine çıkması için girişimde bulunmaya karar verir. 6 Aralık 1923’de, Beyoğlu’nda Fransız Tiyatrosu (şimdiki Ses Tiyatrosu) sahnesinde Shakespeare’den “Othello”yu sahneler. Oyunun ardından şu satırları yazar: “Oyun başladı: Cumhuriyetin ilanından tam 38 gün sonra, İstanbul’da bir devrimi perçinleyecek ve Türk tiyatrosunda ‘Kadınlı Çağ’ı gerçekleştirecek olan perde açıldı. Bedia Muvahhit ‘Desdemona’yı, Neyyire Neyir ‘Emilia’yı canlandırdılar. Piyes hiç aksamadan oynandı. Oyun süresince hiçbir taşkınlık olmadı, alkıştan başka! Böylelikle İstanbul’da Cumhuriyet Hükümeti’nin yetkili mümessilleri önünde, Türk kadınına bağnazlık eliyle vurulan pranganın halkaları kırılmış oldu. Tiyatro sanatı da Cumhuriyet’in erdemlerinden ilkini böyle tanıdı ve tattı.”

Dönemin siyasilerinden Vedat Nedim Tör, Bedia Muvahhit için “(…) Kadını sadece dişi bir mahluk sayan ve ona cemiyette hiçbir hak ve vazife payı ayırmayan o devirlerde ana dilimizin en güzel konuşma örneğini bize vermesi gereken sahneye ilk defa bir Türk kızının çıkması, bugünün gençlerine pek tabii gibi görünen bu hadise, o zaman için büyük cür’etli bir inkılap hamlesiydi (…)” diyor.

Biz kadınlar tarihin her döneminde cüretli hamlelerle varlığımızı haykırmak, özgürlüğümüz için mücadele etmek ve kararlılıkla çağdaş yaşamın öncüsü olmak zorundayız.