Geçen hafta hemen hemen aynı zamanlarda iki beyanat kamuoyunun dikkatini çekti. Bunlardan ilki CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun sosyal medyadan yaptığı “5’li çete” açıklamasıydı. Kılıçdaroğlu, kimi piyasa aktörlerinin CHP ile malum sermaye grupları arasında “arabuluculuk” yapmaya çalıştığını söyleyerek buna teşebbüs edenlerin pişman olacaklarını dile getirdi. Hem Kılıçdaroğlu’nun hem de Selin Sayek Böke’nin kamu zararı yaratan projeleri kamulaştırma çıkışı ve CHP sözcülerinin “5’li çete” vurgusu yeni değil. Fakat belli ki seçim yaklaşıp iktidarın kaybettiğine dair göstergeler çoğaldıkça yandaş sermayede panik havası ortaya çıkmış durumda.

İşler “Kemal Bey bizi bir dinlese…” noktasına gelmişse, yandaş patronlar taraf değiştirmeye yelteniyor demektir. Bunun için en bildik yolu, yani “bize dokunmayın, biz de size iktidar yürüyüşünde mâni olmayalım” tipi bir pazarlığı devreye sokmak istediklerini tahmin etmek güç değil. Kılıçdaroğlu, yandaşların mesajını erkenden faş ederek “Bu sefer sizin istediğiniz gibi olmayacak” demiş oldu. Gerçekten öyle olup olmayacağını ancak iktidar değişirse gözlemleyebileceğiz.

***

Kılıçdaroğlu’nun mesajıyla aynı zamana denk düşen diğer bir beyanat AKP Genel Başkanı’ndan geldi. Erdoğan, Geçmiş Dönem Belediye Başkanları İstişare Toplantısı’nda önümüzdeki seçimler için “Meclis’te Cumhur İttifakı’nın, Cumhurbaşkanlığını da bizim kazanmamız şart. Bu seçim kızgınlık, kırgınlıkla hareket edilecek bir seçim değildir” dedi. Bu ifadenin menzilinin doğrudan AKP ve MHP seçmeni olduğu muhakkak. Erdoğan, iktidar tabanında ve hatta parti teşkilatlarının bir bölümünde mevcut yönetme şekline karşı derin bir memnuniyetsiz olduğunu açıkça kabul etmiş oldu. Zira, söz konusu memnuniyetsizliğin, daha öncekilerden farklı olarak (ör. metal yorgunluğu) iktidarı kaybetme riskini arttıran bir seviyeye çıktığı yadsınamaz.

Erdoğan ülkenin “geldiği yeri” kastediyor gibi yapsa da “artık kaybedecek çok şeyimiz” var demesi, kendi seçmenine bir nevi sopa gösterilmesi anlamına geliyor. Yani, AKP’liler ve hatta MHP’liler de Erdoğan-Bahçeli ikilisinin muhalefete gözdağı cömertliğinden hissesini almış oluyor. İktidar değiştiğinde yalnızca Saray’ın değil, onunla birlikte haksızca zenginleşen, makam ve mevki sahibi olan herkesin kaybedeceği en yetkili ağızdan deklare ediliyor. Ancak sorun şu ki, korkuttukları kesimin niceliksel gücü sandıkta kazanmak için yeterli değil.

***

Güvenilen oy pusulası değil de “çok şey kaybedeceklerin sıkleti” ise orada da durum bir hayli karışık. Devletin hemen hemen her noktasında çelmeler, paçadan çekmeler, omuz atmalar devam ediyor. Tarikatlar arasındaki nüfuz savaşı en küçük ölçekli kamu kurumuna kadar uzanmış durumda. Artık üniversitelerde bölümler, okullar, hastaneler kılıç kalkanla parselleniyor; daha çoğu için şantaj yapılıyor. Emniyet’te ve Adalet’te, Albayrak ve Soylu ekipleri arasındaki mücadelenin mafya operasyonları üzerinden devam ettiği yönünde emareler gözlemleniyor. Yolsuzluk ifşaları, yalnızca Peker’den ya da siyasi hasımlardan değil eski bakanların aile içindeki kavgalarından sızan bilgilerle devam ediyor. Çürümenin boyutu namuslu yurttaşı dehşete düşürüyor.

Toplum, bataklığın ortasında iktidar kliklerinin çapraz ateşi altında can çekişiyor. Hedef gösterilen, katledilen, intihara sürüklenen sağlık çalışanları; fakirleşen milyonlarca memur, işçi, emekli; kepenklerini kapatan esnaf; mezuniyet töreni çalınan üniversiteli; mesleğini yapmasına engel olunan gazeteci… hepsi ve daha fazlası basit bir “normalleşme” değil; kendisini yok sayan bu düzenin değişmesini umuyor.

***

Türkiye’de iktidara talip olanların birikmiş cerahati kurutma ve topyekûn bir “temizlenme” perspektifiyle hareket etmesi, toplumsal çürümeden endişe eden seçmenin siyasal alana dönmesi için elzem. Miladı son beş ya da altı yıl öncesi olarak belirlemenin sahici bir hesaplaşma için yeterli olmadığını, kökleri 12 Eylül sonrasına kadar uzanan kirli ilişkilerin kendini nasıl sürekli yeniden üretmesinden anlıyoruz. 1990’ların merkez sağcılığının batağında katmanlaşan devlet-mafya-tarikat bağları, 2000’lerde başka formlara bürünerek, yeni işbirlikçiler bularak bugüne kadar geldi. Bu gerçeği sırtını dönerek adaletin hüküm sürdüğü bir memleket inşa etmek imkânsız. Meclis muhalefeti, kişilerin ötesine geçecek bir değişim refleksini kendiliğinden gösteremeyeceğine göre, toplumsal muhalefet bu bataklığın kurutulması için sorumluluk almak zorunda.