Dünkü Radikal’de Koray Çalışkan’ın yazısını okuduktan sonra sanki bir araca binip geleceğe gittim.

Dünkü Radikal’de Koray Çalışkan’ın yazısını okuduktan sonra sanki bir araca binip geleceğe gittim. Çok değil birkaç ay sonrasına ya da en erken seçim sonrasına, ama bir medya polemiğinin tam ortasına. Şimdi de efsane Back to the Future serisindeki Marty Mcfly edasıyla ve elbette güzelim Yekta Kopan dublajıyla “Doktor doktor ben geri döndüm, gelecekten geri döndüm!”  diyorum. Endişe etmeyin -her ne kadar galaksinin bu yakasında çok şaşırtıcı olmasa da- henüz kafayı yemedim. Ancak onca yıllık okurluk ve iki yıllık köşe yazarlığı macerasının sonunda, daha polemik ortaya çıkmadan kimlerin ne yazacağını öngörmek gibi çok da matah olmayan bir refleks edindiğimi fark ettim. 

NEDEN GELECEĞE GİTTİM?
Koray Çalışkan dünkü yazısında yoğun gündem içinde hiç tartışılmayan bir konuya değindi. Kendisi de Boğaziçi Üniversitesi’nde akademisyen olan Çalışkan, üniversite çevrelerinde bir süredir YÖK’ün kaldırılacağının konuşulduğunu bildirdi. Başlangıçta müjdeli bir haber gibi görünen bu durum, Çalışkan’a göre öyle değildi ve seçimden sonra üniversiteleri karıştırabilirdi. Çünkü asıl amaç, her üniversitenin başına örülecek yeni minik YÖK’ler kurmaktı. Üniversiteler mütevelli heyetlerinin idaresine bırakılacaktı. Böylelikle üniversite bileşenleri heyetlerin seçiminden dışlanacak ve  bu heyetlere düşünülen üyeler (ve hatta başkanlar) ticaret odaları başkanları, valiler, işadamları olabilecekti. Kısacası; üniversite özerkliğini tam anlamıyla bitirecek, üniversiteyi piyasaya servis veren bir kuruma dönüştürecek bir reform programı üniversitelerin üzerine yürüyordu.

Koray Çalışkan’ın bu yazısını okuduktan sonra oturduğum yerde geleceğe gidiverdim. Çarşamba harici yazdığım özel yazıları saymazsak Köşe Vuruşu yazılarının bu 99.’sunda da gelecekten bildireceğim ve yukarıdaki konunun medyada nasıl tartışılacağını anlatmaya çalışacağım. Hadi şimdi geleceğe dönelim.

YÖK’ÜN KALKIŞI MÜJDELENECEK
Tüm üniversitelerin piyasaya servis veren bir kuruma dönüştürecek reform bir kısım medya aracılığıyla elbette bu amaçla sunulmayacak. Kamuoyuna ilk olarak YÖK’ün kaldırışı ve üniversitelerin özgürleşeceği müjdelenecek. Elbette böylelikle YÖK’ün kaldırılmasını isteyen pek çoğumuzun bir dikkati çekilecek. Tabii çok geçmeden –Çalışkan’ın şimdiden gördüğü gibi- YÖK’ün neden kaldırıldığı anlaşılacak ve özellikle sol çevreler buna itiraz edecek. Tam bu noktada tıpkı Anayasa Referandumu’nda olduğu gibi özellikle hükümet yanlısı medya “YÖK’ün kaldırılmasını siz istemiyor muydunuz?” tantanasına başlayacak. Kimi dezenformasyon ustaları bu konuyu; “işte bu solcular 12 Eylül’ün kurumu YÖK’ü bile savunacak kadar statükodan, askeri vesayetten yana” masalını okuyacak. Solun elbette YÖK’ün kaldırılmasıyla değil, yerine getirilecek olanla ilgilendiği anlamazdan gelinecek. Yine tıpkı Anayasa Referandumu’nda olduğu gibi bu oyuna karşı çıkanlar için 12 Eylül yanlısı, darbeci ilan edilecek.

PARALI ÜNİVERSİTE TARTIŞMASI
YÖK’ün kaldırılışından sonra ikinci dalga tartışma üniversitelerin özelleştirilmesi üzerine çıkacak. Öncelikle elbette Emre Aköz gibi yazarların öncülüğünde üniversitelerin devletin sırtına nasıl bir maliyet yüklediği gündeme getirilecek. Bu kadar maliyeti ancak piyasa mantığına sahip bir kurumun karşılayabileceği vurgulanacak. Koray Çalışkan’ın da belirttiği üzere, sanki dünyada çok radikal bir değişim olmuş da biz gerisinde kalmışız gibi bir aciliyet hissiyatı yaratılmaya çalışacak. Mesela, zaten paralı üniversite konusuna kafayı takmış Emre Aköz bu tartışmalar üzerine aylarca yazacak. Elbette maliyeti karşılayamayacak öğrencilerin borçlanarak okuması ya da üniversite sırasında çalışarak masraflarını karşılaması gerektiği normal bir durum gibi sunulacak. Batıda ailelerin çocukları 18 yaşında kendi haline bıraktıkları geyiğine sarılacak. Oradaki sosyal güvencelerden hiç söz edilmeyecek elbette. Son krizle birlikte bütün dünya, piyasaların o kadar da güvenilir kurumlar olmadığını kabul etmişken, bizim bazı liberaller, dizginsiz cahillikleriyle dünyadan ticari üniversite örneklerini de güzellemeden durmayacaklar tabii.

GELECEĞİ GÖRDÜM, KARDEŞİM
Görüldüğü üzere 12 Eylül Anayasa Referandumu’nda yaratılan 12 Eylül’le hesaplaşma palavrası ve ardından gelen internet sansürüne geçirilen “çocukları porno ve şiddetten koruyoruz” kılıfı gibi, üniversitelerin özelleştirme macerası da, YÖK’ü kaldırıyor, üniversiteleri özerkleştiriyoruz makyajıyla bizi bekliyor yakın gelecekte. Böyle bir ortamda çok zor, ama bu konuyu seçimden önce de tartışmakta fayda var. Çünkü Leonard Cohen’in Future (Gelecek) şarkısındaki “I’ve the seen the future, brother: It’s murder / Geleceği gördüm kardeşim, gelecek: Cinayet” sözleri bir kez daha gerçek olmak üzere. Gelecek, özgür üniversite idealinin katili gibi görünüyor çünkü. Kim bilir, kaçıncı kez?