DERSİMİZ Unutmamak
KONUMUZ Hepsi

Orhan Alkaya’nın “Bize yapılanları gördüm, hepsini” dizesiyle başlayan “Tuz Günleri” bir klasiktir, aynı zamanda da bir “memleket klasiği” sayılır. Yazıldığı yıl aklımda yok, ama 20 yıl olmuştur, hem ne fark eder 120 yıl da olabilirdi, bakınız Tevfik Fikret “Tarih-i Kadim”, “Han-ı Yağma”, “Sis” şiirleri, zannımca şimdi içinde bulunduğumuz ve zamandan çok “Türkiye zamanı” olarak adlandırılabilecek dilimden 20 yıl sonra da yazılabilir, keşke yazılmasa diyerek elbette!

“Bize yapılanları gördüm, hepsini / bir ejder kuvvetinde kötüydüler / bir kuşak yok edilirse belki, çok yılın / öcünü alacaklardı...” Şiir ne yazık ki bu “ejder kuvvetinde kötü”ler ve kötülüklerle devam ediyor! Devam edeceğe de benziyor, ne zamana dek? “ne zaman diye sorma, ne zaman / yaprağın fetreti gülün kıyamına / gülün kıyamı ağacın isyanına / dönerse o zaman”a dek diyelim Hilmi Yavuz’un “Bedreddini” dizeleriyle. Şiir biraz da unutmamak / unutturmamak için var değil mi? Kimi şiirlerin unutulmaz olması da biraz bundan.

“Bize yapılanları gördüm” diyor şair, “hepsini”görmüş olamayız elbette, Orhan Alkaya belki her yıl “Tuz Günleri” şiiri yazmalı. Şiirini temize çekmek için değil elbette, tuzun gün günden daha da koktuğunu ve kokunun giderek yayıldığını, ağırlaştığını ve derinleştiğini göstermek için. “Et kokarsa tuzlanır, tuz kokarsa..?” Korktuğumuz her şey başımıza gelmiş demektir!
Yardımcı Ders Kitabı 101’in son dersi bu, daha doğrusu son yazısı. 2024 başında kitap olarak yayımlanacak. Üniversiteden bildiğimiz “giriş” derslerinin kodu 101. Matematik 101, İngilizce 101, Fizik 101... Yeni başlayanlar için. Ataol Behramoğlu’nun “Türkiye Güzel Yurdum Üzgün Yurdum”, Nuri Bilge Ceylan’ın “Yalnız ve güzel ülkem” dediği, Nâzım Hikmet’in “Memleketimi seviyorum, hapisanelerinde yattım” dizesinde kalmayıp, 22,5 yıl mapus damlarında yatma pahasına sevdiği, Ahmed Arif’in “Anadolu’yum ben tanıyor musun?” diye övdüğü, “dağlarına bahar gelmiş memleketimin” diye özlediği memleket dersleri diyelim. Memlekete başlangıç dersleri. Her gün yeniden yeniden tanıştığımız ve tanışır tanışmaz kanıksadığımız bir yurda dair anılar, anlatılar, günler, dersler, dertler... Belki “Yardımcı Dert Kitabı” diye de okunabilir, “bir derdim var bin dermana değişmem” duygusuyla dertlenen şairler ülkesinde.

Yardımcı Ders Kitabı 101 de hem güzel, üzgün, yalnız, daha doğrusu kendini yalnız bıraktıracak işler yapmakta üstüne olmayan yöneticilerinin sayesinde giderek yapayalnız bir ülkeye sevgi, hem de sanki hiç yokmuş gibi bir de Yardımcı Dert Kitabı 101 olarak ülkenin halinden dertli bir kitap olarak okunabilir ki en iyimser ifadesiyle “ne olacak bu memleketin hali?”nin Türkçe sorusudur.

İnsanın, dünyanın, memleketin, varlığın halini belki de en çok şiirden anlarız. 100 yıllık Cumhuriyet fotoğraflarla, sinemayla, tiyatroyla, yazıyla olduğu kadar şiirle de anlatılabilir. Kimi zaman tarihe, çok derinlere, hatta zamana gömülmesi gereken acılar, kırımlar, kıyımları yine de unutmamak, unutturmamak şarttır. Tıpkı bazı iyilikleri, güzellikleri, devrimci işleri de hep hatırlatmak gereği gibi.

“O güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler...” Ve ne yazık ki arayı çok açtılar, ufukta kayboldular, sisler içinde görünmez oldular, yalnızca çok uzaklardan sayıklama gibi, çağrı gibi gelen küçücük sesler, atların yorgun kişnemeleri duyuluyor, onlarla aramıza karanlık bir duvar gibi şimdiki zaman iniyor.

Attila İlhan’ın “Üçüncü Şahsın Şiiri”ndeki “Bu şehir o eski İstanbul mudur?”sorusunu, “Bu zaman şimdiki zaman mıdır?”, “Bu Türkiye o sevdiğimiz Türkiye midir?” diye sormak gerekiyor. Kitabın “mutlu son”la bitmesini kim istemez? Üstelik tam da 100. yıla denk düşen bir bitiş ve ikinci yüzyıla bir başlangıç olan 2023’te. Ne var ki ülkeyi yalnızca dünyada değil, kendi içinde de yalnızlaştıran, “ıssızlığın ortasında” bir çöle çeviren anlayış hüküm sürüyor. Çöl iklimi yalnız ekolojik olarak değil; kültürel, siyasal, toplumsal ve ideolojik olarak da yakıcılığını artırıyor. Hepimiz aynı gemide değiliz, hepimiz aynı çöldeyiz!

Hafıza, insanlar için olduğu kadar toplumlar için de en önemli olmayı sürdürecek, hem kendimizle hem başkalarıyla hemhal oluşumuz ve varlığımız ona bağlı çünkü. Onu yitirdiğimiz zaman yaşamın anlamını da yitirmiş oluyoruz. Şimdi onun toplumsal halini unutturma, üzerine içi boşaltılmış hafıza merkezleri inşa etme çalışmalarının sistemli, düzenli, planlı ve elbette devlet eliyle, kurumlarıyla yapıldığı zamanlardayız. Cemal Süreya’nın “Yarımada” şiirinde “Biz yeni bir hayatın acemileriyiz / Bütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyor / Şiirimiz, aşkımız yeniden / Son kötü günleri yaşıyoruz belki / İlk güzel günleri de yaşarız belki” umudunu, o şiirin yazıldığı en az 50 yıldır taşıyoruz, taşımaktan yorulmadık hayır, umudunu olmasa şiirini taşırız taşımasına, hem taşımak zorundayız, ilk güzel günleri görmüş, iyiliği görmüş kuşaklar olarak yarına bırakacağımız başka ne var? Şiirden başka, gülümseyişten başka, “cemi cümle bir sofrada” deyip aynı anlama gelen “güneşin sofrası” ya da “yeryüzü sofrası”nda iyilikleri paylaşmaktan başka ve “biz başka âlem isteriz!” hülyamızdan başka!

“Bize yapılanları gördüm, hepsini” diyen şiiri çok severim, fakat onunla bitirmek istemezdim, ne var ki “günler ağır...”, memlekette zaten öyle de coğrafyada da ağır, sürüsüne bereket katiller coğrafyasında yaşayınca, yalnızca dünyanın değil, ümmeti oldukları söylenen ülkelerin de yalnız bıraktığı yersiz yurtsuz kimsesiz bir halkın, Filistin’in, bebeklerinin, çocuklarının, sularının, güneşinin, toprağının kanla yıkandığı bir zamanda, ne yazık ki bize yapılanları daha da göreceğe benziyoruz.

Biz? Ben demekten daha zor artık. Ben demek kolay da biz kimleriz, kimlerdeniz yoksa kimsiz kimsesizlerden miyiz? Gülten Akın’ın dediği gibi “onların dilini giyinmeyenler”iz belki de, “onların dilini giyinmedim soyundum” diyenleriz.

Bizden ne olur peki? Eskiden devrim olurdu; coşku olurdu; mavi olurdu; gökyüzü olurdu; nehir, dağ, ova, patika olurdu; yürüyüş olurdu; şiirler, şarkılar, marşlar, ıslıklar olurdu; kahkahalar, neşeler olurdu; aysarlar, esrikler, hülyalılar, dalgınlar, aşklar, âşıklar, anılar olur, olurdu; bizden başkası olurduk!

Bize yapılanları gördüğümüze göre, bize yapılanları unutmamak, unutturmamak da, nerede olursak olalım, ne yaparsak yapalım, hayatta, sanatta, bilimde, fabrikada, işte güçte, yazıda, şiirde en birinci vazifemiz olsun!

ANA DÜŞÜNCE “gül yanlış kokarsa, tuz yakaya takılır!”
YARDIMCI KİTAP Orhan Alkaya, tüm şiir kitapları.