Cumhuriyetin ilk yüzyılında düşlerimiz yarım kaldı, şimdi onlar ikinci yüzyıla taşınıyor ve Bir Gün Mutlaka inancıyla gerçekleştirileceği günleri özlemle bekliyor.

DERSİMİZ: Cumhuriyet  

KONUMUZ: 100 Yıl  

Cumhuriyette “çocuklar gibi şen” miydik? Devlet mahallesinde oturmuyorduk ama, bu arada böyle bir mahalle var Ankara’da, hem başka nerede olacak, şendik, belki Devlet mahallesinde oturanlardan da şendik! Çünkü biz halktık! Halk şenliktir! 

Halkın çocukları Cumhuriyet’te nasıl büyür, nasıl yetişir, nasıl sevinir, nasıl üzülür, hepsini değilse de çoğunu gördük, bildik, yaşadık...Ve biz Cumhuriyeti çok sevdik! 

Sevdiğimizin 100. Yaşını gördük! Nazım Hikmet’in “Çok şükür çok şükür bugünleri de gördük” dizesindeki sevgiyle. Belki ‘mutluluğun resmi’ değildi ama, “şen olasın Halep şehri” dememek de olmazdı! 

Cumhuriyetle sonradan Gezi Direnişinde çıkacak ve o günden sonra hep kullanılacak olan “Bu daha başlangıç!” demesini öğrendik. Hatta şimdi cumhuriyetin ilk yüzyılı için de söyleyebiliriz bunu. Ne de olsa hepimizin çocukluğu birlikte geçti sayılır, tamam ben doğduğumda o 33 yaşındaydı ama, onun da ilk deneyimiydi bu coğrafyada! 

Tanıştık, birbirimize ısındık, kaynaştık, arkadaşlarla da tanıştı, arkadaş deyince hep oğlanlar gelmesin akla, mahalleden, okuldan kızlar da var tabii olmaz mı, cumhuriyet arkadaşlıktır diye öğrendik aileden, öğretmenlerden, komşulardan, tabiattan, hayattan, sokaktan, kitaptan...”Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” demeyi de o günlerde, Eskişehir Kurtuluş İlkokulu’ndaki öğretmenlerden duymuş olmalıyız, fikir dışındakileri anlamasak da üç kere ‘hür’ geçiyordu ya, bu bize büyüleyici geliyordu! Hürdük, evet. 

Kızlar saçlarını rüzgarda özgürce havalandırıyordu, kurdeleler takıyordu, atkuyruğu yapıyordu, oğlanlar yana tarıyordu, böyle daha havalı oluyordu! Bazıları biraz büyüyünce ‘arkası kuşlu aynada’ tarıyordu saçlarını, onlar kendi saçları sayılır mıydı artık, kızlar baksın diyeydi çünkü! 

Cumhuriyet, Necatigil’in demesiyle bir ‘orta yurttaş’ yaratmıştı çünkü, ‘az zamanda büyük işler başarmak’ denilen şeylerden biri bu olabilirdi. Kimse yaşadığı yerden bir an önce kurtulmak, canını kentlere atmak istemiyordu. Tayinler, atamalar, Şark görevleri, mecburi hizmetlerden oluşan bir doğal iç göç vardı. Bir de askere gidenler, Ankara’ya, İstanbul’a üniversite okumaya gelen kızlar oğlanlar... 

Biz de o orta yurttaşlardandık. Çoğunlukla babaların çalıştığı, annelerin çocukları büyüttüğü, okullu kızların öğretmen, eczacı, doktor, mühendis, avukat çıkmaya başladığı, iş yaşamında yerlerini aldığı, küçük şehirlerde eğlencenin lunapark ve yazlık sinemalar, aile bahçeleri olduğu, yaz akşamlarında asıl yıldızların gökyüzü sinemasında olduğu, çocukların sinemada uyumaz, babanın omzunda eve gelmezse çocukluk yaşamış sayılmayacağı zamanlardı ve kendimizi cumhuriyet çocukları olarak hissetmenin sevinciyle dopdoluyduk. 

10 Kasım’larda şiir okurken gözlerimizin dolması da bundandı, 23 Nisan’da sevinçten gözyaşı dökmemiz de. Cumhuriyetin hürriyet olduğu duygusu her yerdeydi, çarşıda pazarda, köyde kentte, okulda işte! Tek katlı evleri de vardı cumhuriyetin komşu komşu, göçmenleri ağırlayan sıra sıra evleri de. Memur evleri vardı iki katlı, üstte evsahibi. Cumhuriyet hepimizin eviydi, memurun da, göçmenin de, yerlinin de, öğrencinin de. 

Bazı evlerde duvarda Kur’an olurdu, Perşembe gecesi indirilir, Cuma akşamı diye okunurdu. Biz Ramazan orucu tutmazdık, babaannem ‘bizim orucumuz başka’ derdi, o geldiğinde tutarlardı annemle, adı Muharrem Orucuydu, biz de tutmaya çalışırdık yarısına kadar, çocuk orucu derlerdi, eğlenirdik. Mahalleden çocuklar Ramazan geceleri teravih namazına giderlerdi, bazen biz de giderdik kardeşim Kemal’le, güler, şakalaşır, eğlenirdik. 

O zaman böyle tarikatlar, cemaatlar, yurtlar, kurslar filan yoktu, vardı da bizim haberimiz yoktu belki, kimse kimseyi dinle terbiye edip dinle korkutmazdı. Cumhuriyet laiklikti, herkesin dini kendine! O zaman da pazartesiler güneşli, salılar sakin, çarşambalar iyimser, perşembeler uğurlu, cumalar hayırlı, cumartesiler mavi ve pazarlar dingindi. Haftanın cumadan başka günleri de vardı ve onlar da birbirlerinden güzel günlerdi. 

Orta yurttaşlardık, Devlet mahallesinde oturmadık ama Cumhuriyet mahallesinde oturduk, orada yetiştik, büyüdük, okullarına gittik, çok sevdik, çok eleştirdik, hala eleştiriyoruz, Kürtlere ve Aleviler’e yapılanlar reva mı, hiç sana yakıştı mı, 6-7 Eylül 1955’te kendi yurttaşın olan Rumlar, Ermeniler, Yahudileri korumadın ve renklerin biraz daha soldu...Sormanın da sonu yok, eleştirmenin de! Ama cumhuriyet özgür düşünmektir, eleştirel düşüncedir diye bildik, inadına soracağız! Daha sorulacak çok şey var! 

Cumhuriyet coşkusuyla yetiştik, Kuvay-ı Milliye anlatıları, fedakarlık öyküleriyle, bu ülke için, aydınlık gelecek için canını verenlerle övündük, onu daha iyiye, ileriye, çağdaşlığa taşıyacağımıza, bunun için çabalayacağımıza söz verdik. Irkçılıktan, yobazlıktan, karanlıktan uzak, özgür, demokratik, halkçı, devrimci ve elbette laik bir Cumhuriyet, bir sosyal hukuk devleti düşledik. 

Cumhuriyetin ilk yüzyılında düşlerimiz yarım kaldı, şimdi onlar ikinci yüzyıla taşınıyor ve Bir Gün Mutlaka inancıyla gerçekleştirileceği günleri özlemle bekliyor. İlkokul 3. Sınıfta manzumeler yazmaya başlamıştım, Atatürk, Yerli Malları, Orman, Hayvanlar, Cumhuriyet konulu. Cumhuriyetin 100. Yılı için de bir şarkı ya da marş yazdım, değerli besteci ve müzisyen Fuat Saka besteleyip seslendirdi. Bugünlerde kulaklarınıza çalınır. Oradaki duygularla Cumhuriyetimizin 100. Yılını kutluyorum: 

“Efendiler buna cumhuriyet derler/Işıklı bir yoldur geleceğe gider/Akılla bilimle sanatla kolkola/Yürür aydınlığa kadınlar erkekler/.../ Yüzüncü yılında daha ileriye/Hem halkçı hem devrimci cumhuriyete/.../Özgürlüğün laiklikle buluşması bu/Eşitlik ateşinin tutuşması bu/Geleceği birlikte yönetmek için/Devrimcilerin halkıyla kavuşması bu/.../İkinci yüzyılında tam demokrasi/kurulacak emeğin cumhuriyeti/Cumhuriyet sevdamızdır hanımlar beyler!” 

ANA DÜŞÜNCE: Cumhuriyet en güzel derstir. 

YARDIMCI KİTAP: Kuvay-ı Milliye Destanı, Nazım Hikmet