Ertuğrul Özkök, dünkü yazısında ismini vermediği AKP’li bir entellektüel simanın “kendi Emin Çölaşan’larımızı yarattık” şikayetini hatırlattı...

Ertuğrul Özkök, dünkü yazısında ismini vermediği AKP’li bir entellektüel simanın “kendi Emin Çölaşan’larımızı yarattık” şikayetini hatırlattı. Özkök son dönemde yeni Çölaşan’lardan şikayetlerin arttığını söylerken isim vermedi. Benim de gönlüm, bu isimlerin, Özkök’ün değerli katkılarıyla yaratılan Çölaşan markasının altında kalmasına izin vermedi. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda, Emin Çölaşan’ın bilindik bazı özellikleri üzerinden, medyamızın yeni “Emin Çölaşan”larının kimler olduğuna dair bazı tahminler yürütmek istiyorum.

MİNİK KUŞ RUHU TARAF’TA HORTLADI
Emin Çölaşan’ın bir Minik Kuş’u vardı hatırlarsanız, Kendisine bir takım bilgileri servis eden kaynağını gizlemek için bu ismi kullanırdı. İşte o Minik Kuş, bu aralar Mehmet Baransu’ya çalışıyor. Baransu da servis edilen bilgilerin doğruluğunu dahi sorgulamadan birilerini yargılıyor, infaz ediyor ya da olayları manipüle ediyor. Baransu, uzmanlığını dezenformasyon üzerine yapmış bir başka Taraf yazarı Yıldıray Oğur ile bir araya geldiğinde ise Emin Çölaşan imgesini tamamlayan Voltron oluşuyor.

28 ŞUBAT’TAN BUGÜNE
28 Şubat sürecinde Emin Çölaşan’ın medya içinden halkla ilişkiler desteğini herkes hatırlar. O süreçte bir kesimin nasıl mağdur edildiği açık. Bugünün kimi muhalifleri, uzun tutukluluk süreleri, fantastik iddianameler, biber gazı, polis şiddetiyle yıldırılırken, susanların da o günün Çölaşan’ından pek farkı yok. Polis copunda, biber gazında, tekmesinde aramadığı şiddeti, öğrencilerin yumurtasında bulan Ekrem Dumanlı, yumurta eylemi yapan gençlerin ülkeyi darbe ortamına sürüklemesinden Çölaşan’ın irticadan korktuğu gibi korkan Ahmet Kekeç, parasız eğitim için eylem yapan öğrencilere terörist muamelesi çeken Mümtaz’er Türköne, eylemci gençlerin arkasında, Çölaşan’ın “Türkiye İran olmayacak” hassasiyetiyle yabancı casus arayan Ali Bulaç, Çölaşan’ın 12 Eylül’ün işkencecilerini bile aklayan yazı dizilerine öykünürcesine, şiddet gören öğrenciler yerine şiddeti uygulayan polisi savunan Akif Beki, Çölaşan’ın “türbanlı kızın üniversitede işi ne?” mentalitesine yakın şekilde polisten şiddet gören hamile kadın için “hamile kadının orada işi ne?” diye soran Emre Aköz, Çölaşan’ı pek aratmıyorlar.

STAJYER ÇÖLAŞAN KAPLAN
Emin Çölaşan’ın birilerini hedef gösterme konusunda sabıkalarını hatırlarız. “Yeni merkez”de de buna heves edenler bolca mevcut. Son olarak Yenişafak yazarı Hilal Kaplan’ın Ece Temelkuran ve Nuray Mert’i alenen hedef göstermesi misal tam Çölaşanca bir hareket. Diğer yandan Yılmaz Özdil’in Hürriyet’teki köşesinde ısrarla “BDP’li vekillerin Çeşme’de yazlığı var” diye işaret etmesi de Hürriyet’te Çölaşan ruhuna en yakın kişinin Özdil olduğunu gösteriyor.

Medyanın yeni Çölaşanlarını birer örnekle vermeye çalışsak da bu örnekler ilgili kişilerin tek Çölaşanlığı değil. Öte yandan muhakkak atladıklarımız da var. Hiç kuşkusuz arşivlerde biraz gezinip eski Çölaşan yazılarını okuyan herkes, bugünkü medyadaki karşılıklarını günbegün görecektir.

***

Yeni başlayanlar için Afrikalı

“Bazı cahil insanlara, bazı gerçekleri öğretmek gerekiyor... O insanlar ki halkı çok yanlış yönlendiriyor. Afrikalı denilince hep yanlış şeyler düşünüyor. Onların senden, benden daha temiz kalpli olduklarını, bazı konularda çok rahat olabildiklerini bilmemiz gerekirken doğa onları çok farklı karaktere büründürmüş. O sıcak hava, yağmurlar, dev ağaçlar ve rutubet... Sesleri bile farklıdır onların. Nasıl eğlendiklerinden çok, dünyaya nasıl baktıkları önemli. Onlar için namus nedir? Hatta namus diye bir kavram var mıdır? Bunları anlatabilmek için de Afrika'ya gidip, o insanların arasında yaşasalar...”

Bugün gazetesi yazarı Aykut Işıklar, Fenerbahçe’nin Senegalli futbolcuları Niang ve Dia’nın bir vesileyle magazine düşmesi üzerine Afrikalı kavramına açıklık getirmiş. Ben bir Afrika’ya gidip orada namus var mı diye bakacağım? Siz de dikkatli olun, bu sıcak havalarda doğa hepimizi farklı karakterlere büründürebilir; sonra yağmurlar, dev ağaçlar, rutubet filan…

***

Alçaklığın yerel tarihi

Jorge Luis Borges’in dilimize Alçaklığın Evrensel Tarihi (Historia universal de la infamia)  diye çevrilen ve alçak insan portrelerinden oluşan kitabı bir gazete yazıları toplamasıdır. Tarihin bu döneminde Türkiye’de kimi ‘gazeteciler’ ise başkalarının yazmasına gerek kalmadan kendi alçaklıklarının tarihini yazıyor. Geçen pazartesi Yıldırım Türker’in ‘AKP’nin küçük muhabirlerine’ yönelik “kardeşler bugünler de geçer. Her alçaklığınızın kaydı tutuluyor” cümlesi bu gerçeği bir kez daha hatırlattı. Alçakların yaptığı gibi hedef göstermek değil; kayıt tutmak, alçaklıklarını teşhir etmek bu yüzden önemli. Köşe Vuruşu yazılarına bugün başlamış olsam, Alçaklığın Yerel Tarihi koymak isterdim ismini.

***

TRT için sansüre kesin çözüm önerisi

Geçen haftanın önemli gündem maddelerinden biri Radikal yazarı Kaan Sezyum’un ortaya çıkardığı TRT’nin Tosun Paşa filminin hamam sahnelerine sansür koyduğu iddiasıydı. TRT, “25 dakika kısalttık” açıklaması yapsa da inandırıcı olmadı. Madem ki, TRT hamam sahneleri konusunda bu kadar hassas, tıpkı hamamlar gibi bir gün kadınlara, bir gün erkeklere açık olabilir. Böylece hem sansüre gerek kalmaz, hem de adabımızla televizyon izleriz.