Türkiye’nin kurtuluş ve kuruluşunun önemli dönemeçlerinden biri olan 30 Ağustos Zaferi’nin 100’üncü yılındayız. Askeri ve siyasi mücadelenin halkla beraber yürütüldüğü, işgalden kurtulma çabasıyla kuruluş iradesinin birleştirildiği tarihsel bir sürecin ürünü olarak somutlandı bağımsızlık fikri. Bu nedenle de çok önemli bir deneyime ve birikime işaret ediyor.

Kuruluşa damgasını vuran, kendi ayaklarının üzerinde duran bir ülke inşa etme hedefiydi. Siyasal egemenliği koruma ve kalkınma konusundaki çabaların arka planında başka ülkelere muhtaç olmama refleksi yatıyordu. Bu refleks uzun soluklu anti-kapitalist ve anti-emperyalist bir siyasi hattın oluşumu için yeterli olmasa da ülkenin kaynaklarını koruma ve geliştirme iddiasını diri tuttu. Soğuk Savaş’a doğru giderken Türkiye’nin yönetici kadroları önce bu iddiayı rafa kaldırdı sonra da Türkiye’yi adım adım ABD’ye bağımlı bir ülke haline getirdi. Sağcı kadroların milliyetçilik ve mukaddesatçılık sloganları eşliğinde yürütülen bu süreç Soğuk Savaş bittikten sonra da noktalanmadı.

Türkiye’nin kaynaklarının yağmalandığı, siyasi iktidarın kendi ikbali uğruna ABD’den Rusya’ya Türkiye’nin bağımlılık ilişkilerini derinleştirdiği bir 20 yılı geride bıraktık. Egemenliğin öznesi eşit yurttaşlık İslamcı ve piyasacı emellerle yok edildi, rant uğruna cumhuriyet ile özdeş üretim mirası ortadan kaldırıldı. Kıyıları, dereleri, ovaları uluslararası sermayeye ve ülkedeki ortaklarına peşkeş çekilen; yurttaşlığının parayla satılan, devletler arası kulvarda pasaportunun değeri sürekli düşen, küçük bir azınlığı zenginleştirirken milyonlarca insanını açlık ve yoksulluğa mahkum eden bu düzene karşı yeni bir kurtuluş ve kuruluş mücadelesi vermek bir mecburiyet olarak karşımızda duruyor. Bu mücadelenin 100’üncü yıl öncesinin tarihsel birikimiyle 1960’ların ve 1970’lerin anti-emperyalist mücadelesinden ilham alması fakat onunla yetinmemesi, bugünün koşullarının gerektirdiği bir siyasi programı, dili ve güç birliğini inşa etmesi gerekiyor.

Bu ülkenin insanları uluslararası sömürü düzenine, rant şebekelerine karşı yerel ölçekte mücadele ediyor. Fakat Meclis muhalefeti soygun, talan ve rant ilişkilerinin kaynağıyla değil sonuçlarıyla uğraşmakla yetiniyor. Kamuculuğun ve anti-emperyalizmin bağımsızlık için elzem olduğunu savunan sosyalistlerin farklı bu noktada netleşiyor. Toplumun sömürücülerden kurtarılması siyasal İslamcılıkla ve neo liberal düzenle hesaplaşmayı göze almadan başarılabilecek bir iş değil.