Türkiye sağının zihin dünyasında ve söylem repertuvarında ‘yerlilik ve millilik’, hem evrensel olana hem de emekten ve demokrasiden yana tavır koyanlara karşı mevzilenmenin ideolojik çatısıdır. Klasik Soğuk Savaş boyunca sol/sosyalist fikirleri itibarsızlaştırmak için kullanılan ‘yerlilik ve millilik’ söylemi sağın aktörleri arasındaki işbirliğini sağlamlaştırdığı gibi devlet ile kurulan ilişkiyi de pekiştirmiştir.

‘Yerli ve milli’nin ne olduğu, içinin nasıl doldurulacağı sağın tehdit algılamasına göre değişiklik gösterecek kadar esnek, aynı zamanda üzerinde rekabet edilecek kadar ‘değerli’ bir alandır. Türk-İslam sentezciler ve İslamcılar, ‘milli’yi seküler-yurttaşlık bağlamından kopararak tanımlama konusunda birbirleriyle epey yarıştılar ve nihayetinde ‘yerli ve milli’yi sağ popülist dilin dışlayıcı gramerine hapsettiler.

AKP, önce millilik ile milli iradeyi, milli irade ile de çoğunlukçuluğu eşitledi. Kendinden önceki hükümetleri gayri milli ilan etti; vesayet merci olarak tanımladığı askeri ve sivil bürokrasiyi ‘yerli ve milli’ olanı hakir görenler olarak yaftaladı. Böylece İslamcılığın, Türkiye bürokrasisini sadece yaşam tarzı ve kültürlenmesi üzerinden eleştiren sığ pozisyonuna liberal demokrasi süsü vererek onu yeniden üretti. Erdoğan’ın 2009’dan itibaren diline pelesenk ettiği ‘monşer’ sözcüğü, ‘milli ve yerli’ görmediklerini aşağılamanın bir yöntemi olduğu kadar Cumhuriyet’in yetişmiş kadroları yerine İslamcı kadroları yerleştirmenin ‘meşruiyet’ zeminiydi. ‘Yerli ve milli olanın mağduriyeti’ öyküsü, hem devletin hem de toplumun İslamcılaştırılmasına eşlik ediyordu. Hal böyleyken sağ popülizm toplumun vasatından adım adım içi siyasal İslam ile doldurulmuş bir yerlilik/millilik inşa etti.

Milliliğin ‘milli irade’ ile özdeşleştirildiği günleri ise artık geride bıraktık. Erdoğan, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra ‘milli irade’ söylemine başvurma ihtiyacından nispeten kurtuldu. Artık neyin ‘yerli ve milli’ olduğunu, kimin ‘gayri milli’ sayılması gerektiğini belirlemek Saray’ın tekelinde. İktidar çevresinde kümelenenler Saray’a bakarak ‘yerli ve milli’ bilançoları çıkarıyor. O nedenle yerli ve milli tankların yanında bir adet Perinçek’e ya da savaş uçaklarının köşesinde bir adet yerli ve milli Baykal’a rastlamak mümkün bugünlerde.

Erdoğan’ın 1 Kasım öncesinde ‘550 yerli ve milli vekil’ istediğini söylemesi ile yeni boyut kazanan bu durum, sadece basit bir politik mühendislik değil ötesinde fiili OHAL koşullarının bir gereği! AKP’nin ‘yerli ve milli’ bir Meclis Başkanı seçtirmesi onun da ‘sivil anayasa’ yerine ‘yerli ve milli’ bir anayasa yapılması için vazifelenmesi sürpriz değil.

Yeniden hortlayan Soğuk Savaş şartlarında, Saray ve AKP ‘yerli ve milli’ olanı, hem içeride hem de dışarıda savaş koşullarına adapte ediyor. Suudiler ve Katar ile işbirliği yapmak, İsrail ile ilişkileri ‘monşer usulü’ tamir etmek ‘yerli ve milli’ bir faaliyet iken; anti-emperyalist, anti-kapitalist mücadele verenler, ormanına, doğasına sahip çıkanlar, özyönetim talep edenler ‘gayri milli’ ilan ediliyor. Hatırlayalım fiili OHAL rejimlerinde iktidara göre meşru muhalefetin sınırı ‘yerlilik ve millilik’ hattında kurulur. Bugün seküler-yurttaşlık ve anti-emperyalizm çerçevesinde, evrensel mücadele dinamiklerine sırt çevirmeden inşa edilecek bir mücadele, iktidarın mühimmatı olan sahte yerlilik ve millilik yerine, emek-doğa-özgürlük eksenli dayanışmadan güç alan bir birlikteliği üretmenin tek yolu.