Yüzünü kırsala ve tarıma dönmek son dönemlerde mücadeledeki önemi daha çok vurgulanan bir öneri olarak kendini gösteriyor. Pandemiden bu yana zayıflamayı sürdüren gıda sistemi artık dünyanın birçok yerinde -ancak hiçbir yerde Türkiye’deki kadar kötü olmamakla birlikte- toplumların beslenmesini sağlamaktan gittikçe uzaklaşıyor. Bu bağlamda kırsalın ve tarımın öneminin artması şaşırtıcı değil fakat konuyu nasıl düşünebileceğimiz dair bir tartışmayı da gerekli kılıyor. Önceki yazılarda örgütlenme üzerine tartışırken buna başlamıştık zaten.

Kırsal, tarımsal, kırsal-kentsel alanlar arası ittifakın, emekçi sınıfların ve kırsal hayatın formasyonu ile ilişkisini başka yazılarda konu etmiştik. Kırsal alanın sermaye birikimi için kullanımındaki dönüşümü, tarımsal üretimin artan şirketleşmesi, ekosistem tahribatları, toprakların, kurumların özelleştirilmesi emekçi sınıfları çeşitlendirmiş ve bu yeni türden çatışmalar ortaya çıkarmış görünmekte. Bunun bir doğal sonucu da kırsaldaki emekçi sınıfların sermaye sınıfı eğilimine yönelmesiyle el ele sağcılaşma, gericileşme olarak kendini gösteriyor.

Bu bağlamda yüzünü kırsala, tarıma, küçük çiftçilere, işçilere dönen bir mücadelenin altı daha sık çizilirken siyasal kapsamı da genişler hale geliyor. Örneğin geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Fransız Komünist Partisinin L’Humanite şenliğinde bu vurgu öne çıkmıştı: “Yüzünü kırsala dönmek kazandıran strateji” olarak vurgulanmış “Sol seçimleri kazanmak istiyorsa mahallelerdeki ve aynı zamanda kırsal alanlardaki halk sınıflarını geri kazanmalıdır. Bizim kırsal programıyla yapmaya çalıştığımız şey bu” denmişti.

∗∗∗

Julia Cagé ve Thomas Piketty’nin “Bir siyasi çatışma tarihi. Fransa’da seçimler ve toplumsal eşitsizlikler, 1789-2022” kitabı da benzer bir tartışmayı açmış, kırsal oylarını geri kazanılmasını gündeme getirmiş durumda. Kırsaldaki emekçi sınıfların sağ ile daha rahat özdeşleşir hale gelmesinde kırsalda solun yokluğunun, kırsaldaki ilişkilerin “biz” tarifinde solun, sol deneyimlerin olmayışının da etkisini vurgulaması üzerine düşünülmesi gereken bir başlık olarak düşünülebilir.

Türkiye’de solun kırsalda varlık gösterdiği alan ağırlıklı olarak ekoloji hareketleri oluşturuyor. Fakat bunlar çoğunlukla salt çevresel taleplere sıkışmış biçimde anti-kapitalist ve anti-emperyalist vurgusu son derece zayıf, emekçi sınıfları dönüştürücü bir perspektiften de yoksun biçimde yerel taleplerle sınırlı bir alan savunusu olmayı aşamıyor. Bu anlamda yüzünü kırsala ve tarıma dönmenin sol için anlamını yeniden kurma ihtiyacımız olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin tam da Nancy Fraser’ın dediği gibi farklı politikaları bir araya getirebilen, krizin ortaya çıkardığı tehdidin, toplumsal dinamiklerdeki izini sürecek, merkezi örgütlenme motifi anti-kapitalizm olması gereken bir çevre-aşırı karşı-hegemonik bloğun yaratılmasına ihtiyacımız olduğunu söyleyebiliriz.

∗∗∗

Kır-kent muhalefeti üzerine düşünürken Borras’ın tarımsal hareketlerin ayrı bir önemi olabileceğine dair tespiti de buradan hareket ediyor. La Via Campesina gibi tarımsal hareketlerin bu ihtiyaca tekabül ettiğini vurguluyor. Bu bağlamda Borras solun örgütlenme araçlarını siyasi partileri, sendikaları da tartışmaya açıyor. Sınıf çapında mücadeleden ziyade örgüt odaklı çalışma daha yaygın bir faaliyet türü haline gelmiş gibi görünmesinden ve bu durumun “fazla yerelci” bir yönelimle de eşleştiğini ifade ediyor.

Ülkemizde de siyasi partilerin sorunları ele alış biçimlerine bakınca yüzünü kırsala ve tarıma dönmenin örgütlenme araçlarıyla birlikte düşünülmesi gereği berraklaşıyor. Siyasi partilerin, sendikaların yeni dönemin adımlarını attıkları kongrelere, kurullara baktığımızda örneğin toplumun sorunlarıyla onları sıralamanın ötesinde temas etmeyen bir düzlem ve kurtarıcı anlatılarına teslim edilmiş bir sahne görüyoruz.

Küçük çiftçilere, köylülere verilen desteklerin ciddi anlamda daraldığı, ithalat ve ihracat stratejilerinin altında şirketleşmiş gıda sisteminin yarattığı işçileşme, iklim krizi, geçim ve üretim araçlarının gaspına karşı hep birlikte neler yapabileceğimiz sorusunun toplumsallaşabileceği zeminlere ihtiyacımız var. Bu sahnenin öncelikli ihtiyacı bu gidişatı tersine çevirecek bir iradeyle kolektif ve kamusal tartışma mecralarının yaratılması veya çoğaltılması.