Kafede kitap okuyan kızın yanına bir delikanlı oturuyor. Kız yirmi yaşında, delikanlı kızdan birkaç yaş büyük olabilir. İkisi de en notu kıt jüriden bile on üzerinden dokuz alacak güzellikte.

“Çok tuhaf bir hareket yaptığımın farkındayım. Seni tanımıyorum ve hemen masadan kalkıp gitmemi söyleyebilirsin. Ne dersin? Gideyim mi, yoksa beni dinlemek için üç dakikanı ayırabilir misin?”


Güzel kadınların genç yaşta öğrendiği bir gerçeği masadaki kız da biliyor: Hiçbir güzel kadın zeki bir erkekle konuşamaz. Çünkü güzel kadınlar karşısında en zeki erkeğin bile IQ’su iki basamaklı sayılara düşer. Bu nedenle kız, masasına gelen bu erkeğin aptalca laflar edeceğine emin. Bildik klişeleri sıralayacak, “Kadınlar kendini güldüren erkekleri sever” mitini doğrulamak adına acıklı soytarılıkar yapacak (oysa kadınlar gülünç bir şey söylemediği halde güldüren erkekleri severler) ve masaya gelerek yarattığı mütevazi özgüven algısını topu topu üç dakika içinde yerle bir edecek.

***

Kız acele etmeden saatini çıkartıp masaya koyuyor ve “Yüz elli saniyen kaldı” diyor.

“Şu durumu ben yaşasam ne düşünürüm, yani ben kitap okurken sen masama gelip aynı şeyleri söylesen? Seni küçümserim. Masama davetsizce gelip benimle flört edecek bir kadını aşağılamak üzere kurgulanmışım. Ne kadar güzel olursan ol, popom anında kalkar. Dünyanın en tipsiz erkeği bile olsam havalara girerim. Oysa hesapta korkaklığa değil cesarete hayranım... Yoksa benden içeri olan gerçek ben, illüzyon benin tam tersi ezik bir varlık mı? Belki korkağın tekiyim ve benden daha korkak birinin yanında aslan kesilip kendimi iyi hissediyorum. Belki bu nedenle masama gelip otursan, senden korkar, kaçar ve bunu kendime yanlış tercüme ederim… Senin de benim gibi olduğuna eminim. Zaten en azından bir konuda emin olmasam buraya asla gelmezdim. Peki şimdi ne yapacağız?”

Delikanlı kolundaki saati çıkartıp, kızın saatinin yanına koydu. “Sadece elli saniye sürdü. Yüz saniye boyunca yanıtını bekleyeceğim.”

“Görecilik kuramını biliyor musun?” dedi kız. “Veya kuantum ama saçmalık olmayan hali?” Belli ki karşılık verilmesi için sorulmuş sorular değildi bunlar. Kız hiç durmadan devam etti: “Yani kedinin ölüp ölmediğini, kutuyu açıp görebilirsin. O kutu er veya geç açılır. Oysa hayat asla açılamayan kutular üstüne kutular zinciri. Kediyi kutuya koyan da daha büyük bir kutunun içinde ve şimdi biz onlara bakarken başka bir kutunun içindeyiz.”

***

Delikanlı anladığı veya anlamadığı belli olmaması için yüzünü en nötr emojiye benzetti.

“Demek istediğim şu… Bu minik gösterine karşılık vereceğim tepkinin her koşulda benim tepkim olacağını nereden çıkartıyorsun? Neden konu sadece kedi ve deneyci arasında? Sen ve ben dışında üçüncü bir canlı daha var: Zaman…”

Genç kız masadaki Jane Austen romanının kapağına dokundu. “Masama gelip bana asılma cesaretini sırf şu kitabın adını okuduktan sonra bulmamışsındır umarım… Instagram pozu için taşımıyorum yanımda, bu kadının İngiliz dilindeki en iyi yazar olması boşuna mı?”

Delikanlı yanaklarının kızardığını fark etti ve bunun fark edileceğini düşününce yanakları daha da kızardı.

“Yaşam Başka Yerde’de” dedi su yüzüne son nefesiyle çıkmaya çalışır gibi: “Genç adam hayatı boyunca arzuladığı kadınla birlikte olma şansını yakalar ama donu kirli olduğu için bunu yapmaz ve kadın da istenmediğini düşünerek adama bir daha asla şans vermez” Sanırım su üstüne çıktı, kız ilk kez etkilenmiş gibi gülümsedi.

“Söylediğini kadınlar ömürleri boyu yaşarlar ve erkekler her nedense bu ihtimali düşünmezler bile. Kız bana soğuk davrandı, çünkü beni beğenmedi filan derler. Oysa her otuz günde beş gün regl olmak, zarda altı rakamdan birinin gelmesiyle eşit oranda mümkün bir durum.”

“Sanırım süre bitti” dedi delikanlı.

Genç kız saatini koluna taktı.

“Harika bir sevgilim var. Onunla çok mutluyum. Böyle bir ilişkim olmasa sana şans verirdim. Sevgilim beni aldatsa ve ben de bunu yeni öğrenmiş olsam bu geceyi senin evinde bile geçirebilirdim… Kısacası bu hikaye sen, ben veya başka bir insanla ilgili değil yalnızca.”

“Bunu zaten söylemiştin” dedi delikanlı saatini takarken. Ayağa kalktı, gülümsedi. “Ama denemeye değerdi.”

***

Delikanlı kafeden çıktı ve bir daha birbirlerini hiç görmediler. Dünyanın birinde bu anlattığım konuşma aynen yaşandı. Oysa birbirlerine deli gibi aşık olabilirler ve sonsuza dek beraber yaşayabilirlerdi. Delikanlı denedi ama olmadı ve bunun sorumlusu ne delikanlıydı, ne de genç kız.

Bir zamanlar denemiş ve başaramamış olabiliriz. Bu başarısızlık sadece bizle veya denenen konuyla ilgili olmayabilir. Çünkü sen ve ben dışında bir de “zaman” var.

Bir yöntemle bir işin başarılmamış olması o yöntemin başarısız olduğunu göstermez. Belki zamanı değildi, belki şimdi tam zamanı… Bu yazıyı güncel güdük siyasete veya tarihteki deneyimlere bağlayabilirim. Dilediğiniz her yere bağlanabilir.

Ya da o masada bırakabilirim hikayeyi. Siz de ders çıkartır, geçmişte başaramadığınız (veya başaramadığımız) bir olayı tekrar yorumlamaya çalışırsınız belki.

Ne dersiniz? Denemeye değer mi?